19 Mart 2020 Perşembe

CORONA DA BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER DİYEMEDİK YA...


Corona çıktığından beri paranoyak düzeyinde evhamlı bir millet olduk. Hastalığın el yıkama, sosyal mesafe düzeyinde tehlikesiz olduğuna inanarak, ellerimizi ovar gibi yıkamaya başladık, akraba dostlara seni uzaktan sevmek şarkısını mırıldanarak uzaktan baktık. Acaba bu furya da bizde ölür müyüz? Ay galiba birazcık da ateşim mi var ne? Elimiz hep alnımızda,  Ne olur, ne olmaz uyanık olayım. Ateşime bakarken koltuk da mı sallandı ne? Avize de mi  sallanıyor sanki. Ya hem corona olup evde kalayım derken, ya deprem olur da sokağa salınırsam. Virüs var dışarı çıkmayın, deprem var içeri girmeyin. İkilem arasında bekler durur olduk. Aldığımız ekmek fırınında gördüğüm çekik gözlü çocuk acaba hamuru yoğururken una aksırdı mı? Dışardan yemek söylesem yemeği getiren çocuk acaba ellerini yıkadı mı? Buyrun nur topu gibi paranoyak milletimiz oldu. 

Bendeniz de eskiden olsa kaale almayacağım öksürükle 1 haftadır mücaadele ediyorum. Corona rahatsızlığının öksürük ve ateşle başladığını duyduğumdan beri, her ne kadar umursamaz görünsem de acep bu geçmeyen öksürükle bana da mı geldi bu virüs diye tırsmadım değil ama.

Limon kolonyasını bize hatırlattı.  Hijyeni önemsetti.  Gelmeyeydi de hatırlamasaydık keşke. Bu arada hastalık dışında sosyal medya'da türeyen corona temalı videolar, yazılar, ses kayıtları evdeki günlerimizi eğlence ile geçirmemize de neden oldu. Her ne kadar ölenler içimizi acıtsa da... Herkesin CIA ajanı gibi muhakkak bir tanıdığının gizli bilgileri var.  O da "Arkadaşlar Merhaba....." diye önemli bilgiyi tüm whatshap aleminde gezdiriyor.

En sevdiğim ses kaydı ise coronayı cinlerin musallat ettiğini söylüyordu son olarak.  

"Günde 99 kere, corona morana, dokunma orama burama dersek kurtulurmuşuk."

Kimi kayınvalidesinin  corona olduğunu ihbar ediyor, kimi de yıllardır sağlıklı beslendiğini, çekik gözlünün yediği yarasadan bulaşan virüsden ölürsem dünya sağlık örgütüne hakkını helal ekmediğini söylüyor ki en favori videom buydu onu da yazımın başına top 10 şeklinde yükledim.




İşte bunlardan biri de şöyle başlıyor. Ama bilgi güzel. biz de dinleyip paylaşıyoruz. Kimine bu kelimeler, Dr. Mehmet Öz'e ait, kimin de ise kendi doktor yakınlarına...  
Yazı şöyle başlıyor. 
"Doktor olan bir kuzenimin kendi aramızdaki whatsapp grubunda yazdıklarını aşağıda sizlerle paylaşıyorum.

Yıllardır doğru düzgün girmediğim facebooka bu virüs yüzünden girip bir şeyler yazayım istedim, çünkü neredeyse 15 ocaktan bu yana, yani 2 aydır bu hastalık üzerine bilimsel makaleler de dahil çok fazla okuma yaptım.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu virüsten kaçış yok arkadaşlar. İstisnasız hepimiz yakalanacağız. Ama ne kadar geç yakalanırsak o kadar iyi, bunu en sonda açacağım. Aynen grip virüsünde olduğu gibi önümüzdeki yıllar, on yıllar boyunca bu virüsle yaşamayı öğreneceğiz. Emin olun bu kesin. Şu an alınan karantina, tatil, izin vb önlemlerinin tamamı virüsün yayılma hızını yavaşlatıp, sağlık sektörünün çökmemesini sağlamak üzere alınıyor.

Çok hızlı yayılımda hastanelerin yoğun bakım üniteleri çıkmaza giriyor ve bila mecbur İtalya örneğinde olduğu gibi hangi hastanın yaşayacağına, hangisinin öleceğine karar verilmesi gereken berbat bir durum ortaya çıkıyor.

Virüs dediğimiz şeyler aslında öldürücü, şeytani birer düşman değiller. Onlar da aynen bizim gibi üzerinde konuşlandıkları alan sayesinde yaşayan canlılar. Zaten genelde hayvanlardan bize geçiyorlar ve evet, hayvanları genelde öldürmüyorlar. Çünkü kendileri de yaşamak için üzerinde yaşadıkları canlılara muhtaçlar. Yüzyıllardır hayvanlarla beraber yaşamaya alışmışlar.

E peki biz neden ölüyoruz? Çünkü birbirimizi tanımıyoruz. Virüs kendini hala hayvan vücudunda zannediyor. Yeni yerleştiği konağın şartlarını henüz bilmiyor. Belli bir süre geçtikten sonra hem bizler onlara bağışıklık kazanacağız hem de onlar kendi sonsuz yaşamları için mutasyona uğrayacaklar. Böylece beraber yaşamaya alışacağız.

Mesela aranızda herpes labialis adlı virüsü duyan oldu mu hiç? Duymadınız ama kendisi dünyanın en yaygın virüslerinden birisi ve bir kere vücudumuza girdikten sonra biz ölene kadar vücuttan atılamıyorlar. Peki ne yapıyor bu virüs? Dudağınızda uçuk çıkarıyor. O kadar işte. Bizi öldürmüyor çünkü biz ölürsek kendisi de yaşayamıyor.

Grip virüsü de hemen hemen öyle. Öldürücülük oranı %0.1 civarı ve genelde zaten vücudunda kronik sorun olanları öldürüyor. Her sene ve her sene dünyada yarım milyar insan grip virüsüne yakalanıyor. Bu şekilde birlikte yaşamaya alıştığımız tonla virüs var. Corona virüsler (sars, mers vb) ile de yaşamaya alışacağız (tabii mers ile belki 1000 yıl sonra). 

Sadede gelirsem, dediğim gibi hepimiz bu virüse yakalanacağız. Hatta belki birçoğumuz yakalandı bile ama fark etmedi. Ve hatta hastalığı da atlattı. Vücudu virüsle yaşamaya çoktan alıştı ya da virüs o vücutta yaşayamadı ve başka konaklara geçti. Bu konuda en güzel örnek Diamond Princess gemisi. Gemideki 3700 kişinin 700'ünde test pozitif çıkmış. Ama bu 700 kişinin 350'si hastalığı hissetmemiş bile. Ve hala da çok sağlıklılar. Yatak döşek yatmıyorlar. Ki yaş ortalamaları da bayağı yüksek. 

Peki neden böyle? Çünkü o 350 kişinin bağışıklık sistemi çok güçlü. Yani bu hastalıkta en önemli şey bağışıklık sistemi. Aramızda bağışıklığı iyi olanlar, spor yapanlar, doğru besinleri alanlar, sigara içmeyenler vb. bu hastalığı belki hissetmeyecek bile. Belki hafif bir grip gibi atlatıp hayatlarına devam edecekler.

Ne yapmak gerekiyor? Öncelik vücut direnci. Spor ve hareket. Sonrası beslenme. Özellikle meyve sebzeler ile daha spesifik şeyler, mesela sarımsak, yoğurt, kefir, yeşil çay vb. Sonrası ise besin takviyeleri. Özellikle c vitamini, çinko, beta glukanlar (1.3 ve 1.6) ve kara mürver ekstresi. Meyve sebzeler ve takviyeler eğer kendinize de dikkat ederseniz bu kışı atlatmanızı sağlayabilir. Çünkü bağışıklık sistemini çok dirençli hale getiriyorlar.

Dediğim gibi, bu virüsle yaşamaya alışın. Önümüzdeki yıllarda, hatta belki aylar ya da haftalarda mutasyona da uğrayacak, ya daha ölümcül olacak, ki kendi de kaybeder, bu yüzden bunu düşük olasılık görüyorum, ya da o da bizimle yaşamayı öğrenecek. Aşısı bulunsa bile mutasyona her uğradığında aşı işlevini kaybedecek. Grip aşıları da öyledir. Sizi sadece geçmiş senelerin grip virüslerinden korur. Yenilerinden değil. Yani tam koruma sağlamaz. Tam koruma her zaman için bağışıklık sisteminizdir.

Fakat dediğim gibi virüsün canlılığını devam ettirebilmesi için bulunduğu konağı öldürmemesi ve başka konaklara geçebilmesi gerekiyor. Bunun için de mecburen mutasyona uğramak zorunda. Mutasyon dediğimiz şey ise nesille alakalı ve virüsler çok hızlı üreyip öldükleri için bizlerde yıllar alan nesil değişimi onlarda saatler alabiliyor. Bu sayede çok hızlı mutasyon geçiriyorlar. Ve büyük bir olasılık süre geçtikçe virüs bulaştığı kişiyi öldürmeyecek şekilde mutasyon geçirecek. Yani bu virüsü ne kadar geç kaparsanız tehlikesi o kadar az olacak.

Evet, hepimize uğrayacak bu virüs ama ne kadar geç uğrarsa o denli şanslı olacağız. Bu yüzden olabildiğince evden çıkmamak, hijyene dikkat etmek, gerekli şekilde beslenmek, hareket etmek ve gerekli takviyeleri almak gerekiyor. Bunları yapanlar emin olun hepimizden uzun yaşayacak.

Özet
1- Kendinizi karantinaya alın. Virüsle en geç temas edenler en şanslıları olacak
2- Hijyen. Olabildiğince temizliğe dikkat edin.
3- Meyve sebze yiyin.
4- Bağışıklığa iyi gelen sarımsak, kefir, yoğurt gibi besinler tüketin.
5- Bağışıklığa çok iyi gelen besin takviyeleri ve vitaminler alın. Örnek: beta glukanlar, c vitamini, çinko, kara mürver ekstresi vb.
6- Hareket edin ve evinizde spor yapın.
7- Sigarayı bırakın.
8- Bol su için.

Her satırı doğru. Biz de sağlığımız için Evde kalıyoruz. Bizim için hastanede nöbette olan sağlık personellerine de gönülden sağlık ve güç diliyoruz. 


6 Mart 2020 Cuma

SURVIVOR MI OLMAK, MÜLTECİ Mİ OLMAK, ŞEHİT Mİ OLMAK.


Televizyonda kanalları gezerken içimizi acıtan sahnelere rastlıyoruz.

Survivor adasına gittiği için, annesini babasını özlediği için gözyaşı döken sahte gençler, ya da Survivor 'da çok zor şartlarda sulardan geçen gençler.

Mültecileri düşününce acaba mı dedim. Acaba!!! Acaba bu mülteciler Survivor adasında ki sudan mı geçmek isterlerdi, yoksa kaçmak için canını dişine taktığı sınırlardaki soğuk sudan mı geçerlerdi.

Mülteciler gibi Askercikler de, babasından anasından ayrı gerçek mağduriyeti yaşıyorlar. Evine dönüp dönmeyeceğini bilmeden savrulup gidiyorlar.
Survivordaki şımarık züppe gençler gibi güle oynaya dönebilecekler mi acaba memleketlerine, 



20 yaşında, hayatının baharında bu gençler, bu memleketi kurtarmak için gitti, belki de eline şimdiye kadar silah bile almadan, çok koca bir görev verildi bu çocuklara. Vatanı kurtarma görevi.


Bilir misin bu masmavi gözler
Kimin mavişiydi
Kimin kuzusuydu;
Oysa VATAN için soldu gözleri,
Bakma derinlere
Artık ne mavi, ne yeşil
Sadece toprak senin rengin bilecekler mi?


Survıvorda yapılan şu anonslara dayanamıyorum. "Bu şartlara dayanabilecekler mi?" Bu askercikler, her şartlara dayanıyorlar da, siz kamera önünde mi dayanamıyorsunuz. Yapmayın! Böyle programlar o şehitlerin kemiklerini sızlatır. Mülteci çocukların yüreğini acıtır.

Belki de bir gün bir yerlerden size seslenirler.

BEN SURVIVOR ADASINDA OLUP ZÜPPE OLACAĞIMA, VATAN TOPRAĞINI SAVUNUR ŞEHİT OLURUM DİYE... ORDA HARCADIĞINIZ ENERJİYİ GİDİN DE DAĞLARDA, SINIRDA HARCAYIN. BİRLİK OLALIM, BERABER ÖLELİM DİYE..
RUHUNUZ ŞAD OLSUN.

ŞEHİT KOMANDO ER MURAT AKMAN'IN AŞAĞIDAKİ HİKAYESİ SİZE HER ŞEYİ DAHA GÜZEL ANLATIR.

Adını ve hikayesini tesadüfen öğrendiğim , tarihe bir mektupla muazzam bir not düşmüş şehit asker .

Doğduğunda ailesi tarafından bir çöplüğe atılarak terkedilmiş ve çocuk esirgeme kurumunda büyümüş olan Murat Akman ne kadar istemese de 18 yaşına geldiğinde evi bildiği kurumdan ayrılmak zorunda kalmış .Ancak kurumda ki öğretmeniyle bağlantısını hiç koparmamış ve orada ki çocuklara yardımcı olabilmek için elinden geleni yapmış.
Askerlik görevini komando olarak yerine getirirken devletin kendisine bağladığı maaşı çocukların ihtiyaçları için kuruma göndermeye başlamış .

Çıktıkları operasyonlar da hayati tehlikesi olması sebebiyle her operasyon öncesi son mektubu olabileceğini düşündüğü bir mektubunu birlikte büyüdüğü bir arkadaşına ulaştırılmak üzere bir asker arkadaşına emanet etmiş .


Murat Akman'ın geri dönmediği bir operasyon sonrası son mektubunu teslim ettiği arkadaşı mektubu verdiği adreste ki arkadaşına ulaştırmış . Mektup arkadaşı tarafından Murat Akman'ın vasiyeti üzerine bir yayın kuruluşuna belirli bir meblağ karşılığı devredilmiş ve şehit askerin vasiyeti üzerine medya kuruluşunun ödediği para Murat'ın büyüdüğü çocuk esirgeme kurumuna bağışlanmış .Ve mektup gazete de yayınlanmış

Murat Akman'ın şehit olması sonrası gazete de yayınlanan mektubun tam metni de şu şekilde ;

Bu yazı bir komanda er mektubudur ve siz bu mektubu gazeteden okuyorsanız ölmüşüm demektir. Bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim ama yok.

Size koğuştaki ranzamdan yazıyorum. şu an etrafımda Adana, Ağrı, Sivas, Edirne, Diyarbakır, Ankara, Antalya, İzmir, Urfa, Trabzon... Türkiye’nin dört bir yanından birbirini tanımayan ama birbirlerinin canını korumaya yemin etmiş bir sürü asker var. birazdan operasyona gideceğiz, tek dileğimiz kayıp vermeden geri gelmek.

İlerde ölürsem eğer diye bir mektup yazmak çok zor. Aklına getirmek istemez ya insan ölümü, hani her zaman bir umut vardır ya. Askerliğim bittikten sonra yırtıp atacaktım bu mektubu ama şu an okuyorsanız yırtamadım demektir. Zaten pek de kalem tutmaz elim. Silah tutmayı daha iyi bilirim. Sizi korumam için siz öğrettiniz silah tutmayı.

Tuhaf olan siz bu mektubu okurken ben neden öldüğümü bile bilmiyor olacağım. ya bir mayına bastım ya da yediğim bir kaç kurşun. bileniniz var mı ben nasıl öldüm ?

Kışlada her televizyona bakışımda birbirinizi öldürdüğünüzü birbirinizin canını yaktığınızı gördüm. Müziğin sesini çok açtı diye komşusunu vuranlar. Gücü kadına yetenler. Cebindeki on lirası için adam vuranlar. Kız arkadaşına baktı diye alayını bıçaklayanlar.

Bileniniz var mı ben kimi korumak için öldüm?

Eti az pişti diye garsona çıkışan adam; sen rahat uyu diye kurşunlar başımın üstünden geçerken ben dağda her bulduğumu kesip yedim.

Arabasını solladılar diye levyesini kapıp arabadan inen adam, beni bir çöp bidonuna atıp giden anam; söylesene ben kimin için öldüm?

Yetimhanede ve askerde en güzel şeyin ekmeğin bölmek olduğunu öğrendik biz. Peki size neyi bölmeyi öğrettiler?

Sizi önce Allah’a sonra birbirinize emanet ediyorum. Ben sizden razı oldum Allah’da sizden razı olsun.

SEN BİZE HAKKINI HELAL ET.

EY ŞEHİD OĞLU ŞEHİD, İSTEME BENDEN MAKBER.
SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER

OĞLUM EVDEN GİDİNCE....

BİR YAZI BULDUM Kİ, ACABA OĞLUM GİDERKEN BU YAZIYI ONA UYARLAYABİLİR MİYİM DEDİM Kİ, HER SATIRINI SANA UYARLAMAK İSTEDİM Kİ, OKUYUNCA ANLADIM Kİ SEN FARKLIYMIŞSIN MEĞER. DOKTORAYA YOLCU ETTİM SENİ UÇARAK BELKİ DE.

ŞİMDİ AŞAĞIDAKİ YAZIYI GÜZELCE OKU… SANA UYAN YERLERİYLE, SENDEN FARKLI HALLERİYLE….

Çocuklar bir gün evden giderler…
Bir şekilde, bir nedenle, öyle gerektiği için , öyle olduğu için giderler…
...
Gözlerinde hayata karşı bir heves, omuzlarında ince bir ağırlık, ellerinde uçarı bir telaş.
Kapıyı çekip giderler…
Çocuklar evden gidince, ev de sizden gider biraz,
Sabah kızaran ekmeğin kokusu (bizim evde yok ki) , ütünün buharı (o da yok) , bir türlü şekle girmeyen saçlar, kapıdan çıkarken aceleyle öpülen yanaklar (hiç yapmadın) gider…
Antrede biriken ayakkabılar(yoooo çok titizdin), teki kaybolan terlikler( yooo bunu da yapmadın), yatağın üstündeki elbise yığınları gider.(tam tersiii sen gittin yatağına biz yığdık.)

SAATLER SANKİ BİR YERLERDE DURMUŞ GİBİ OLUR. HAYATINIZ HASRETİ KUŞANMIŞ MEVSİMSİZ BİR ÜLKEYE BENZER BİR ZAMAN…(Bak bu doğru)
Aytacım evden gidince;
Ansızın yapılan şakalar, vakitsiz istenen sandviçler, pencere önünde beklediğiniz geceler gider...( yaaa bunların hiçbiri yoktu sende be oğlum)
Artık kapının önündeki ayak seslerini duymazsınız,(evet yaaa selamüüün aleyküüüm diyen babana benzeyen sesini özleyeceğim, hemi de çok)
Sokaktan geçen simitçiye seslenen kimse yoktur.(seslenmezdin ki)
Arka odadan yükselen müzik sesi, banyodaki parfüm kokusu, ortasından sıkılmış diş macunları anılarınızda kalır.(bu da yok, hep titizdin. )
Mutfak masası çoktan unutmuştur sıcacık ve neşeli sohbetleri. (evet o güzel okul anılarını, özlemlerini anlatman özletir beni)
Aytacım evden gidince ;
“Anne yaaa sende”ler, “Babam da yine yanlış anladı”lar “Ben zaten biliyorum”lar, “Beni çocuk muyum?”lar, “Beni anlamıyorsunuz!”lar, “AMMA MERAKLISINIZ”lar (ki en çok kullandığın).… El ele tutuşup hep birlikte giderler...

Onlar olmadığı zaman da “ben ne giyeceğim”ler “arkadaşımda kalacağım”lar, “arkadaşlarımla çıkıyorum”lar peşi sıra ortalıktan kaybolurlar..(ay bu da yooook sende.MEĞER SEN NE KADAR DÜZGÜN BİR ÇOCUK MUŞSUN)
AMA TEK GERÇEK ŞU Kİİİİİ…
Çocuklar gerçekte de bir gün evden giderler;
Giderken yüreğinizin bir parçasını da yanlarında götürürler…
Onda kalan parçada sizden o kadar çok şey vardır ki,
Onlar bunu bilirler,
Aldıkları her kararda, yaşadıkları her yol ayrımında, her sevinçlerinde ve her acılarında
Fark ederler bu eşsiz bilgiyi,
Yeter ki onların yaşam pınarlarına hayat veren kaynağın suyu berrak, hikmeti bol olsun.
Yeter ki sizden doğup hayatın içine akan bu pınar ırmak olsun, nehir olsun, ve en doğru yönü bulsun...
Evet Aytacım birgün evden gider…

AMA DÖNECEĞİ YOLU DA ASLA UNUTMAZ…

ANNEN

22 Şubat 2020