28 Mayıs 2014 Çarşamba

3,5 KİLO

(OĞLUMA)

9 ay.... Bu laf benim lügatımda sadece espriden maruzdu. “Birini sevdin mi 9 ay 10 gün sonra 3.5 kilo kadar bir fazlalığın olacak” derdim şakayla karışık her genç kıza...
İşte bu 3,5 kilo kadar olan fazlalık, canımdan çok sevdiğim dizeler yazdıran oğluma ait...
Hastanede sancının vücuduma verdiği ağrılarla, yanıbaşımda bulunan aileme “ ne doğum, ne evlilik bana göre değil” demişim. Bana göre değil dediğim yavrum şu an 9 yaşında. (Bu yazıyı yazdığımda 9 yaşındaymış, 2015 yılı ve 23 yaşında) 
Ve ben her annenin o beylik sözünü söylüyorum.
“Seni iyi ki doğurmuşum”
Hayatın zor ve karmaşası içersinde olan bir arkadaşım “Dünyaya çocuk getirmek bence bencilliktir. Sevgi içgüdünü tatmin için çocukları dünyaya getiriyorsun” demişti. O gün olduğu gibi şimdide şiddetle karşı çıkıyorum. Bencillikte olsa ben bu 3.5 kiloya sahip olduğuma memnunum.
Onun sıcaklığını, kokusunu ve sevgisini, eşdeğer tuttuğum anne sevgisinde buluyorum. Anneme olan bağlılığım ve sevgim oğlumla bütünleşiyor. Anne-evlat sevgisinin yuvarlanarak kocaman, kocaman olan bir kartopuna benzetiyorum. Yuvarlandıkça kenetlenen, sıkı sıkı sarıldıkça büyüyen, ama yok olmayan, kaybolmayan, kar gibi beyaz ve tertemiz.
Hastanede, 3,5 kilo ve bebek takma adıyla  elden ele dolaşan öncelikle küçük burnu gözümün önünden gitmeyen bir canlıyı elime verdiler. Ağzını devamlı yiyecek isteyen balıklar gibi açan, kokusu dünyadaki en pahalı parfümde bile bulunmayan, içimden çıkıpta, içime sevgiyle sokmak istediğim bu varlık 9 senedir hayatımda...
Onunla her saniyem ve her dakikam birlikte geçmiyor. Bazen ömrümün geçen her gününü evladımla geçirmeliyim, onunla dolu dolu yaşamalıyım diye düşünüyorum. Anneme doyamadığım gibi aynı doyumsuzluğu yavrumda da hissediyorum.
Annemin evladı iken sevgim ölçülemezken, evladımın annesi olarak da bu sevgiyi ölçecek bir alet bulamıyorum.
Çünkü son sınırda durabilen ölçü aletleri benim bu iki varlığa olan sevgimi ölçmek için sınırı zorluyor, daha ilerisini istiyor.
9 yıldır birlikte olduğumuz yavrumla anılarımız  birbirinden güzel ve  o artık karşımda sohbet edebilecek genç bir  erkek. Bu düşünce beni ileri yıllara götürüyor.
Onun yüzüne bakıyor ve beraber olacağımız günlerin emekli yıllarıma geleceğini düşünürken, hep onu siyah takım elbise giymiş bir damat ve bayramlarda çocuklarını ellerimi öptürmeye getirecek bir baba olarak hayal ediyorum.
İşte hastanede bana verilen bu bebek bir gün  gelecek sevgimi teslim edeceğim, onu seven birine gidecek. O da evlenecek. Delikanlı olduğunda beraber olabiliriz, şimdi çalışmaktan görüşemiyoruz dediğim yavrum, ben onu beklediğimde o hayatın yollarına başlamış olacak. Ben geri dönerken....
 Benimde gözümün önünde 3.5 kiloluk, balık ağızlı hastanede teslim edilen ile siyah takım elbisede içimde yaşattığım delikanlı siluetli yakışıklı bir çocuk kalacak.
 Evladıyla övünen anne hazzını duyabilmeli insan...
Televizyonda, çocuğu üniversite sınavında birinci olan anneye tutulan o mikrofondaki kadının sevincini hissedebilmeli insan...
Kötünün annesi değil, iyinin annesiydim diyebilmeli insan...
Evladını teraziye koyduğunda ölçü bulamamalı insan...
Bakabiliyorsa doğurabilmeli insan...
Sevgisini verebiliyorsa, anne olmalı insan...
Anne kelimesinin anlamını iyi taşımalı insan..
Senin için ne zorluklara katlandım diye çocuğunu suçlamamalı insan.
 Oğlumun oynadığı Tiyatro Oyununun bir kuplesinde ne hoş söylemişti...
 “Ben Anne ve Babamın sevgisinin ürünüyüm”.
 Evet... O istemedi. Onlar bize Allah’ın vermiş olduğu lütuf... Öyleyse en iyi şekilde onu yetiştirebilmek görevimiz..
 Nasıl bir ressam eseriyle övünç duyabiliyorsa ya da bilim adamı yaptıklarından dolayı bir fayda sağlayabiliyorsa,
İşte bende Hastanede öpüp kokladığım 3.5 kiloyu yetişkin, olgun ve faydalı bir insan olarak yetiştirebilirsem mutlu olacağım. 3,5 kiloyu sevgimle büyütüp övüneceğim.