16 Mart 2013 Cumartesi

ANLAŞABİLMEK



AŞAĞIDAKİ YAZI AJANS ANAMUR'DAN ALINMIŞ BİR YAZIDIR. YAZININ İÇERİLİĞİNDE BENİM YAZILARIMDAN BİR BÖLÜM KULLANMIŞLAR VE DE YAZININ KİMDEN ALINDIĞINI BİLDİRMİŞLER. AJANS ANAMURA TEŞEKKÜR EDİYORUM. EMEĞE SAYGI AÇISINDAN.  YAZARI MUHAMMED APAYDIN'A 
İŞTE O YAZI... 

"Hayatım boyunca bir hindistancevizinin içinde yaşadım. Sonunda o hindistancevizinin içinde öldüm. Birkaç yıl sonra cevizimi buldular, kabuğu kırıp açtılar ve beni içerde küçülmüş, büzülmüş durumda buldular. 'Ne utanç verici!' dediler. 'Onu daha önce bulsaydık belki kurtarabilirdik!' Onun gibi içerde kapalı kalmış başkaları da vardır, belki..."

- Aaa, sanki beni anlatıyor! dedi liseye giden genç.

Bu ifade, "ergenlik" hatta "gençlik" çağındaki birçok gencimizin ruh hâlini gösteriyor desek yanılmış olmayız sanırım. Çünkü geçmişte olduğu kadar olmasa da günümüzde de birçok gencimiz, kendisinin tam ve doğru olarak anlaşılmadığını öne sürmekte; okulunun, ailesinin ve çevresinin gerekli anlayışı göstermediğinden yakınmaktadır.

Eğitim bilimciler, eğitimin çocuğa saygı ile başladığını belirterek onun gözlemleyebildiğimiz fizikî gelişimi yanında bir ruh yönünün de bulunduğunu, bunun da iyi incelenmesi gerektiğini, onun ilgi ve yeteneklerinin iyi tespit edilerek bu yönde gelişiminin sağlanması gerektiğini savunurlar. Bu da çok kolay bir iş olmasa gerektir. Çünkü 21. yüzyılda bile bilim adamları, insan denen "meçhul"ü tam olarak çözebilmiş değillerdir. Ben, Yunus Emre'nin:

İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır
dörtlüğündeki "kendini bilmek" ifadesini, biraz da bu anlamda yorumluyorum. Yani insanın ilk önce kendini tanıması, bilmesi, ifade edebilmesi, daha sonra başka ilimleri tahsil etmesi gerekliliğidir. Kendimizi tam olarak bilip tanımadan yapacağımız bir tahsilin boşa gideceği bir gerçektir.

X X X

Birini suçlarken ....
Ailesinin ve çevresinin kendisini tam olarak anlayamadığını iddia eden genç ne kadar haklıdır? Bu konunun iyi incelenip ortaya konması gerekir. Gerçekten çocuklarımız haklı mıdır, yoksa "uçuk" heves ve arzular peşinde koşan, her an bir suç işlemeye hazır varlıklar mıdır?

Bu konuda da uzmanların görüşüne başvurmak gerekir düşüncesindeyim:

-İşaret parmağınla birini suçlarken diğer üç parmağın size dönük olduğunu unutmayın!

"Bu sözü duyduktan sonra artık işaret parmağımla kimseleri suçlayamaz oldum. Çünkü karşı taraf suçlu ise bunda bizim de o kadar payımız olabilirmiş ve onun kadar suçlu imişiz. O günden beri ellerimi nasıl koyacağımı şaşırır oldum. Haklıysam ve işaret parmağımı uzatırsam, ya diğer parmaklar beni gösterirse... Her zaman haklı olan biz olup karşı tarafın da hep suçlu olduğunu düşünürsek...

Acaba suçluluk psikolojisiyle karşı tarafa nasıl renk veririz? Suçluysak, yalan söylüyorsak pinokyo gibi burnumuz mu uzar yoksa ... Yok, hiçbir zaman biz suçlu olmayız, her zaman haklı mıyız? Yoksa hak verilmez, alınır mı?

Suçluluk psikolojisi her zaman, herkesin yaşayabileceği bir durum mudur? Duygu Ilgaz'ın şiirinde olduğu gibi:
Suç, sebebini verendedir
Suç, gerçeklerden kaçıştır
Suç, sahibine, günahı da onun boynunadır
Suç, intikamdır
Suç, insan olmaktır....

Benim için ise de en önemlisi "Suç, farkına varıldığında özür dilemek, devamını getirmemektir." Daha da önemlisi suçlu çocuklar yetiştirmemektir. Çocukların suçu işleme sebeplerini öğrenmektir. Şiddete, suça meyilli kişiliklerin oluşma sebeplerini iyi belirlemeli, çözüm yollarını topluma sunabilmeliyiz. Temelde ahlâkî eğitim alabilen, aile birliği içerisinde, paylaşımcı ve sevgiyle yetişen çocuklar ilk hedefimiz olmalı.

Televizyon ve internetten tutun da arkadaş seçimine kadar her konuda çocuklarımızın takipçisi olabilmemiz, suçlu çocuklar değil de "hayırlı evlât" yetiştirmemizi sağlar. Bu seçiciliği toplum olarak uygulayabildiğimiz takdirde şiddet dolayısıyla suç oranları azalacaktır. Yoksa her zaman üç parmağımız bizi gösterecektir." (Uz. Serpil Gül Paçal)
İşte o zaman, belki, hindistancevizinin içinde kimse kalmaz, diyorum.

TEŞEKKÜRLER AJANS ANAMUR'A BU GÜZEL YAZININ PAYLAŞIMI İÇİN.