12 Nisan 2020 Pazar

ERGÜR ALTAN 'ın kaleminden



doğduğum gün koymuş ismimi annem
“elmas” deyivermiş bana kıymetli olayım diye
oğlan çocuk bekleyen babam
avunmuş yaşlandığında ona bakmam dileğiyle...

dört yaşında öğrendim sofra kurmayı
ve çamaşır çitilemeyi küçücük ellerimle
dövülmeyi de öğrendim annemce
annemin sakinleştiricisiydim babam onu dövdüğünde...

okula yazıldım yedi yaşında
hiçbir zaman kızarmadı panodaki elmam
bahçemizdeki elma ağaçlarıydı en iyi arkadaşım
kıpkırmızı meyveleri beni çok severdi...

yanına çağırdı bir gün babam
dedi ki, “alalım seni okuldan, terziye verelim”
üçüncü sınıftaydım ve zar zor sökmüştüm okumayı
“börtü böcekle değil, dikiş kutusuyla oyna biraz da”...

çıraklığım böyle başladı benim
dikiş iğneleri acıttı hep ellerimi
“okulu özledin mi” diye soracak olursanız
öğretmenim değil, tabiat ana biliyordu düşlerimi...

annem geldi bir gün terziye
“bu kız” dedi, “öğreniyor mu işleri”
“sökük bile dikemiyor” dedi ustam
“ama daha az kanıyor parmak uçları”...

söz verdim o gün kendime
“artık sertleşecek kabuklarım”
bir uç uç böceği konmuştu da avucuma
inci tanesi gibi akıvermişti gözyaşlarım...

evlendirdiler zorla on yedimde
çocuğum olmadı, salıverildim
anne baba da istemeyince
kendimi yollara vuruverdim...

meyhanede bulaşıkçılık yaptım, ayıp değil
umumi bir tuvalette de çalıştım
spermlerini temizledim erkeklerin
çöp kutusuna atılmayan pedlerini topladım kadınların...

insanın en büyük sevgisizliği kendisine
bir emekçi kadın ve hor görülen bir karı olarak
ilk önce bunu gözlemledim
herkes hayat dersi verirken ben susmayı tercih ettim...

otel odalarında kaldım ve tek göz odalı evlerde
hamallarla sabahladım ve travestilerle
annemi babamı özlüyorum, -elimde değil-
“elmas” diyorum bazen, "sen kendinin kıymetisin”...

öpüştüğüm bir erkek olmadı, ama çok sevdim çok
dizlerime yatırdım kimsesiz çocukları
öpe koklaya sevdim hem de
ama hiç kimse beni böyle sevmedi...

sevilmek isterdim, sevişmek değil
“beni dizlerinize yatırır mısınız” desem
-çok değil, beş on dakikalığına hani-
burnumdan öpün beni, -olmaz mı.-...

bisiklete bindim ilk kez bugün
ayaklarım yerden kesilmedi gerçi
ne yapsam atamıyorum ruhumdaki mahzunluğu
sekseninden sonra başladı elmas`ın çocukluğu...

Yazan: Ergür Altan

2 Nisan 2020 Perşembe

SAĞLIK NEFERİ CEMİL HOCANIN ANISINA ...

Sağlık neferi hocanın,  küresel bir salgın sebebiyle ölmesi son dersini vermesi gibi oldu. Nur içinde yatsın bilgisi sonsuz insanlar..

Öğrencisi Dr. Bahar Eryaşar anlatıyor..

Onu tanımamış herkese Onu anlatasım var. Herkes bilsin istiyorum; canımızın neden bu kadar yandığını, nasıl bir değeri yitirdiğimizi…

Ben öğrenciyken Cemil Hoca çakı gibi bir uzmandı. Dahiliye rotasyonumda, o müthiş enerjisiyle odadan odaya uçarken ben de civciv gibi peşinden ayrılmazdım; ağzından çıkan her sözü öğreneyim, hastanın derdini bir dedektif gibi çözüşünün bir tek anını kaçırmayayım diye. Bilgisi öyle uçsuz bucaksızdı ki, anlatışı kocaman bir okyanusun küçücük bir çeşmeden akışına benzerdi. Coşkuyla, sevgiyle ve güler yüzle anlatırdı. O enerjisi, öğretme-paylaşma coşkusu, güler yüzü tanıdığım ilk günden son görüşüme kadar değişmedi. Kimsenin sözünü dinlemeyen yaşlı teyzelerin amcaların yatağına oturup sohbet ederek, ellerini öperek ikna ederdi. Vizitte bir koğuşa girdiğinde Ona çevrilen gözlerde minneti ve umudu okurdunuz. Ekibinde profesöründen uzmanına, hemşiresinden asistanına, öğrencisinden temizlik işçisine herkesi ayırmadan bağrına basardı.

Yıllar geçti. Benden sonra da binlerce öğrencinin, binlerce hastanın hayatına dokundu. O tadına doyulmaz vizitlerden sonra kah servisteki toplantılarda kah salı vakası toplantılarında huşu içinde o okyanusu büyülenerek dinlemeye devam ettik. Sadece tıbbı değil, hayatı ve tevazuyu da öğretti.

Yanımızda değilken bile bizimleydi. Hiç unutamıyorum. Çok soğuk bir kış günü pazara gitmişiz. Üşüyorum, sıcak tutacak bir kabana ihtiyacım var. Gündüz okuyup gece çalışıyorum ama öğrencilik hali işte; para anca pazara yeter. Bir tezgahta tam aradığım gibi bir şey buldum, lakin fiyatı cebimdeki paranın neredeyse iki katı, satıcının da o kadar indirim yapması imkansız. İstemeye istemeye bıraktım. Sohbet ederken İTF’den olduğumu öğrenince adam “Cemil Taşçıoğlu'nu tanır mısın?” dedi. Şaşırarak “Evet, hocamdır. Ama siz nereden tanıyorsunuz?” dedim. “Hadi al kabanı giy. Hocana da selamımı söyle. Haftaya çayımı içmeye pazara bekliyorum kendisini” dedi. O kabanla soğuk kış aylarını üşümeden geçirdim. Cemil Hoca’nın sayısız iyiliğinden kim bilir hangisi paranın kalan kısmını ödedi.

Durumunun ağırlaştığını biliyordum, ama umut işte… Hem umudun ucunda Cemil hoca var, kolay mı? Akşam hastane dönüşü evine gittiğimde babam haberleri izliyordu. Benim zihnim hocayla ve çıkarken hakkında konuştuklarımızla meşgul; dalgın, keyifsiz içeri girdim. Biraz sonra ekranda “Son Dakika” notu çıkıp Zafer Arapkirli hocamın adıyla cümlesine başladığında beni duyacakmış gibi haykırdım: “Sus! N'olursun söyleme.”

En son 10 yıl önce anneciğimi yitirdiğimde ağladım ben. 10 yıldır ilk defa ağlıyorum, gözyaşlarımı durduramadan. Canım çok yanıyor. Yıkılırsak öğrettiklerine nankörlük olur. Ama o anfilere Onsuz ilk girişimiz nasıl olacak, bilmem. “Hipokrat’ın Çapa koridorlarında dolaşan ruhudur” demişti biri Onun için. Hep orada olacak.

“İyi ki vardın” diyemiyorum; sesi, öğrettikleri, sıcacık gülümseyişi hep bizimle olacağı için. Son söz yine hocamın sözleri olsun. #İyikiVarsınCemilHoca

“Bu hayatı bir kez yaşayacaksınız. Öyle büyük hayaller kurun ki gerçekleştirmek için tüm gücünüzü verin. Öyle aşık olun ki tüm dünyayı karşınıza alabilin. Öyle arkadaşlıklar edinin ki gerçek ve samimi olsun.” Prof. Dr. Cemil TAŞÇIOĞLU.