12 Mayıs 2014 Pazartesi

3,5 KİLO


9 ay.... Bu laf benim lügatımda sadece espriden maruzdu. “Birini sevdin mi 9 ay 10 gün sonra 3.5 kilo kadar bir fazlalığın olacak” derdim şakayla karışık her genç kıza...
İşte bu 3,5 kilo kadar olan fazlalık canımdan çok sevdiğim dizeler yazdıran oğluma ait...
Hastanede sancının vücuduma verdiği ağrılarla, yanıbaşımda bulunan aileme “ ne doğum, ne evlilik bana göre değil” demişim. Bana göre değil dediğim yavrum şu an 9 yaşında. Ve ben her annenin o beylik sözünü söylüyorum.

“Seni iyi ki doğurmuşum”

Hayatın zor ve karmaşası içersinde olan bir arkadaşım “Dünyaya çocuk getirmek bence bencilliktir. Sevgi içgüdünü tatmin için çocukları dünyaya getiriyorsun” demişti. O gün olduğu gibi şimdide şiddetle karşı çıkıyorum. Bencillikte olsa ben bu 3.5 kiloya sahip olduğuma memnunum.
Onun sıcaklığını, kokusunu ve sevgisini, eşdeğer tuttuğum anne sevgisinde buluyorum. Anneme olan bağlılığım ve sevgim oğlumla bütünleşiyor. Anne-evlat sevgisinin yuvarlanarak kocaman, kocaman olan bir kartopuna benzetiyorum. Yuvarlandıkça kenetlenen, sıkı sıkı sarıldıkça büyüyen, ama yok olmayan, kaybolmayan, kar gibi beyaz ve tertemiz.

Hastanede, 3,5 kilo ve bebek takma adıyla  elden ele dolaşan öncelikle küçük burnu gözümün önünden gitmeyen bir canlıyı elime verdiler. Ağzını devamlı yiyecek isteyen balıklar gibi açan, kokusu dünyadaki en pahalı parfümde bile bulunmayan, içimden çıkıpta, içime sevgiyle sokmak istediğim bu varlık 9 senedir hayatımda...
Onunla her saniyem ve her dakikam birlikte geçmiyor. Bazen ömrümün geçen her gününü evladımla geçirmeliyim, onunla dolu dolu yaşamalıyım diye düşünüyorum. Anneme doyamadığım gibi aynı doyumsuzluğu yavrumda da hissediyorum.
Annemin evladı iken sevgim ölçülemezken, evladımın annesi olarak da bu sevgiyi ölçecek bir alet bulamıyorum.

Çünkü son sınırda durabilen ölçü aletleri benim bu iki varlığa olan sevgimi ölçmek için sınırı zorluyor, daha ilerisini istiyor.
9 yıldır birlikte olduğumuz yavrumla anılarımız birbirinden güzel ve  o artık karşımda sohbet edebilecek genç bir  erkek. Bu düşünce beni ileri yıllara götürüyor.
Onun yüzüne bakıyor ve beraber olacağımız günlerin emekli yıllarıma geleceğini düşünürken, hep onu siyah takım elbise giymiş bir damat ve bayramlarda çocuklarını ellerimi öptürmeye getirecek bir baba olarak hayal ediyorum.
İşte hastanede bana verilen bu bebek bir gün  gelecek sevgimi teslim edeceğim, onu seven birine gidecek. O da evlenecek. Delikanlı olduğunda beraber olabiliriz, şimdi çalışmaktan görüşemiyoruz dediğim yavrum, ben onu beklediğimde o hayatın yollarına başlamış olacak. Ben geri dönerken....
 Benimde gözümün önünde 3.5 kiloluk, balık ağızlı hastanede teslim edilen ile siyah takım elbisede içimde yaşattığım delikanlı siluetli yakışıklı bir çocuk kalacak.

Evladıyla övünen anne hazzını duyabilmeli insan...
Televizyonda, çocuğu üniversite sınavında birinci olan anneye tutulan o mikrofondaki kadının sevincini hissedebilmeli insan...
Kötünün annesi değil, iyinin annesiydim diyebilmeli insan...
Evladını teraziye koyduğunda ölçü bulamamalı insan...
Bakabiliyorsa doğurabilmeli insan...
Sevgisini verebiliyorsa, anne olmalı insan...
Anne kelimesinin anlamını iyi taşımalı insan..
Senin için ne zorluklara katlandım diye çocuğunu suçlamamalı insan.

Oğlumun oynadığı Tiyatro Oyununun bir kuplesinde ne hoş söylemişti...
“Ben Anne ve Babamın sevgisinin ürünüyüm” .

Evet... O istemedi. Onlar bize Allah’ın vermiş olduğu lütuf... Öyleyse en iyi şekilde onu yetiştirebilmek görevimiz..
Nasıl bir ressam eseriyle övünç duyabiliyorsa ya da bilim adamı yaptıklarından dolayı bir fayda sağlayabiliyorsa,
İşte bende Hastanede öpüp kokladığım 3.5 kiloyu yetişkin, olgun ve faydalı bir insan olarak yetiştirebilirsem mutlu olacağım. 3,5 kiloyu sevgimle büyütüp övüneceğim.
(not. gün geçtikçe yazımı güncellemek için bakıyorum. 9 yaşında yazdığım yazı şimdilerde 23 yaşında bir delikanlıya ait)

28 Mart 2014 Cuma

BAZEN GÖRMEK YETMEZ, ONLARI ANLAMAK GEREK.

"GÖRME ENGELLİLER İÇİN TİYATRO OKUMASI"




27 Mart Tiyatrolar günü sebebiyle bir oyun izledim. Alışılagelmişin dışında bir oyun. Oyun Yılmaz Erdoğan'ın "Kadınlık Bizde Kalsın" isimli oyunu.

Çok anlamlı bir oyundu diyeceğim.. Ne var bunda,  bizde çok kez seyrettik diyebilirsiniz. Ama hiç empati kurarak seyrettiniz mi? Yani görme engelli  bir insan gibi..




 Oyun, bir Vakıf Üniversitesinin Tiyatro Kulübü Başkanı Semih Eraslan'ın sosyal sorumluluk projesi kapsamında hazırladığı "Görme Engelliler İçin Tiyatro Okuması "  adıyla oynandı.

Öncelikle salona girmeden,  salonun  kapısında  gözlerimize siyah bir bant taktılar. Yardımcıların bizleri yerlerimize yerleştirmesiyle bir Görme Engelli kişinin duygularıyla oyunun nasıl olabileceğini düşünmeye başladım.

Kapıdan gözümde kara bir bantla görme engelliler gibi birinin yardımıyla girdiğimde içimden sadece  şükretmek geldi.. Bizi kaçıncı sırayı oturduklarını göremedim. Sahnede o ahenkli güzel müzikleri söyleyenlerin sadece güzel seslerini duydum. Yüzlerini göremedim. Mesela o şarkıları söylerken yüzlerindeki mimikleri göremedim. Sadece onları gözümde, yani göremediğim bana göre  kara dünyamda, şekillendirdiğim duygularımla dinledim. Cep telefonumun sesini kısmıştım. Saate bakmak istedim bakamadım. Yanımdakine bir şey söylemek istedim, yüzünü göremeden söylemenin zorluğunu hissettim. Arka sıradakilerin konuşmalarını duydum ama yüzlerini göremedim. Görme engelli olmanın zorluğunu yaşadığımı zannediyordum. Ama bu acaba, gören bir dünyadan, yeni bir görmeyen dünyaya, geçişin verdiği zorluklar mıydı onu bilemedim.  Yoksa onlar ilk dünyaya ayak bastığı andan, yaşadıkları yaşa kadar, Allah'ın onları verdiği üstün sezgisel güçle bunları daha az mı yaşıyordu. Onlar görmenin güzelliklerini bilmediği için acaba bilmediği şeye imrenmiyorlar mı? 

Dünya Tiyatrolar Günü kapsamındaki bu oyun sadece benim için güzel bir tiyatro oyunundan çok, gerçekten de anlamlı ve duyarlı insanların farklılıkları nasıl fark ettirmek adına yaptıkları muhteşem bir oyundu.

Oyun eskiler de radyo da sıkça dinlediğim,  Radyo Tiyatrosu tadında bir oyundu. Oyunu sonuna kadar zevkle izledim. Oyun bittiğinde hala gözümdeki bandı açıp açmamakla tereddüt ediyordum. Alkışların ve tezahüratların bitimiyle gözlerimi açtığımda sahnede birbirinden güzel siyah tişört ve pantolon giymiş koca bir ekip  gördüm. Hepsinin yüzlerinde yaptıkları bu sosyal sorumluluk projesinin başarısının gururunu hissettim. Yüzlerini de gördüm, şükür Allah'ıma diyerek. Ama Görme Engelli arkadaşlarımızın  hayalinde belki de oyuncuların tatlı sesleri, oyunu tasvir etmemizi sağlayacak seslendirmeleri, belki de bize kara gelen o renkli dünyalarında güzel bir anı kaldı..

Bu oyun sadece Üniversite sıralarının tatlı anısı olarak kalmamalı, gerek Kültür Merkezlerindeki Tiyatro sahnelerinde gerekse şehir ve devlet tiyatrolarının bir repertuarında yer almalı. Seyirciler salona alınırken anlamalı görme engelli bir vatandaşımızın neler yaşadığını, Onlara bizim nasıl saygı duymamız gerektiğini..

Şükrediyorum ama bir o kadar da onların adına üzülüyorum. Acaba dünyayı görerek ölmek mi güzel. Yoksa onlar gibi görmeden hissedebilmek mi?

Belki de yaşarken farkında olamadığım, sağlığıyla ilgili bir şey olduğunda hissedebileceğim bu güzel organımın,  sağlıklı olarak bedenimde var olmasından dolayı şükrettim. Öylesine büyük ve öylesine güzel bir nimetin içinde yüzüyormuşuz ki meğer.. Daha önce biliyorsam da hissedemedim. Hani bir hikaye vardır. Zengin olmak için gözlerinizi bir milyon dolara satın almak isteyen olsa verir misiniz diye. Demek ki ne kadar pahalı, ne kadar kıymetli varlıklara sahipmişiz. Bütün bunlara işte bu oyunda şükrettim. Bunları bize hissettiren emeği geçen tüm oyuncularımızı tebrik ediyorum.

Tebrik ediyorum Tiyatro Kulubü Başkanı Semih Eraslan'ı, Tebrik ediyorum ahenkli sesleri ve güzel repertuarlarıyla Müzik Kulubü Başkanı Kutup Ata Tuncer'i.

Güzel bir sosyal sorumluluk projesine imza atan bu yürekli ve duyarlı gençlerimizi, can-ı yürekten tebrik ediyorum. Başarılarının devamını diliyorum. 

UMUT HEP OLMALI....

Yaşama küsme hakkınız yoktur.
Neden böylesine mutsuzsunuz ?
Nasıl bu denli karamsar olabiliyorsunuz ?
Belki işinizden memnun değilsiniz,
belki çevrenizden...
Maaşınızı az buluyor,
ya da kendinizi beğenmiyorsunuz...

Oysa...
Öylesine değerlisiniz ki.
Örneğin gözleriniz...
Gözlerinizi kaça satarsınız?
1 trilyon?
2 trilyon?
5 trilyon?
Satarsınız...
İşte zenginsiniz...

Ama...
Bu servetle erişeceğiniz dünyayı görmedikten sonra,
paranın bir değeri var mı?

Ya da derdiniz para değil...
Başarı ve saygınlık.

Size gözlerinizin karşılığında bulunduğunuz şirketin
genel müdürlüğünü verseler kabul eder misiniz?
Cevabınız "Hayır" değil mi?

O halde siz; aslında hem zengin, hem başarılısınız.
Yeter ki,
Allah'ın size verdiği bu değerlerin bilincinde olun.
Bunları görebileceğiniz bir başarı için hayata geçiriniz.
O halde....
ASLA UMUTSUZLUK YOK !

Leo Buscaglia

8 Mart 2014 Cumartesi

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNE HİTABEN...

Kadınım ben..
Minicik yüreğinde DÜNYAYI taşıyan,
Elleri hamur kokan..
Kırılgan, alıngan,
Gözyaşları içinde gizli,
Biraz ÇOCUK, biraz ANNE, biraz DELİ..

İncitmeyin beni..
Giydiğim fistanlar bile çiçekli..
Bedenimin ne önemi var ki..
Benim hazinelerim YÜREĞİMDE gizli..

Can Yücel

3 Mart 2014 Pazartesi

ALMANYA İKİNCİ VATAN MI? GERÇEK VATANINIZ MI?



ALMANYA.. İKİNCİ VATAN MI? GERÇEK VATAN MI?









Ne zamandan beri kaleme almayı düşündüğüm bu konuyu, bir an evvel yazma fikri aşağıdaki kitapla daha da pekişti.
Kitabın Adı: ALMANYA, ALMANLAR,ALMAN-CILAR 

Hani bir söz vardı ya, Doğduğunuz yer mi, doyduğunuz yer mi diye.
Doğdukları topraklarda adları “ALMANCI” olarak anılan bu insanları,  
Doydukları topraklarda ise zaman zaman horlanan bu insanları, 
ve  "GURBETÇİ" diye adlandırılan  yine bu insanları,
Ne zaman mı daha iyi anladım. Yurtdışına ilk çıktığımda.. 
Onların yaşadığı duyguları hissettim, acıdım o ilk gidenlere..

İlk zamanlarda kimlik problemi yaşayan, ilk nesillerin zorlandığı, ikinci nesillerin harcandığı,  şimdi ki nesillerin ise kendilerini artık kabul ettirdikleri bir topluluğun öyküsü.
ALMANYA, ALMANLAR, ALMAN-CILAR…
Aslında kelimenin tek anlamıyla GURBETÇİLER... 
ONLARIN ÖMRÜ GURBETTE GEÇECEK.
BİR DARACIK YERLERİ DE YOK
OTURUP DERTLERİNİ DÖKECEK
BELKİ DE GERÇEK VATANLARI DA YOK.
Türkiye’de ikinci sınıf, Almanya ‘da ikinci sınıf.  Vatandaşlıkta birinci sınıf olacakları bir toprakları yok belki de… 
Belki hepsi değil, burada yaşayanlar  iki sınıfa ayrılmışlar. 
Biz Türkiye’de yapamayız diyenler ve Almanya'nın gözü kör olsun, İlle vatanım vatanım diyenler.
Almanya, Almanlar, Alman-cılar  kitabın yazarı Sayın  İhsan KURTOĞLU..  
Bu kitabı kütüphanemize bağışlamıştı, ancak kitabın posta gecikmesinden dolayı yaptığımız e-mail trafiğiyle kitap hakkında bilgi sahibi olmuş ve bu kitap sayesinde böyle bir konuyla ilgili yazma isteğim oluşmuştu.
İlk yurtdışı seyahatine gittiğimde hissettiğim, yarım yamalak İngilizce ile derdimi anlatabilme çabasıydı ki; biz gezi amaçlı  gittiğimizden bizi çokta etkilemiyordu. 
Ama yaşayabilmek, doyabilmek ve para kazanabilmek amacıyla bir amaç uğruna gelenlerin, yaşadıkları zorluklar gerçekten de çok kayda değer zorluklarmış.
1960’larda Almanya  ilk Türkiye’ye kapıları açmış, özellikle çalışma için sıraya girenler,  trenlerle Almanya’ya gitmiş, çiçeklerle karşılanmış, toplu yerleşim yerlerine yerleştirilmiştir. Daha sonra da  Türkiye’deki akrabaları aldırarak, büyük bir göç yaşanmıştır. 
İlk zamanlarda, fabrikalarda işçi olarak çalışmaktan başka hiçbir iş yapmamışlar. 
Çok nadir vasıflı kişi gittiği için genellikle Alman sıkılığıyla çalışmış, ilk işleri araba almak ve Türkiye’ye dönüş parası biriktirmekmiş. 
Türk filmlerinde gördüğümüz kenarı tüylü şapkalı dönüş olaylarını ben yakınlarımdan yaşamadım. İstanbul  kültürüyle yetişen akrabalarım belki de büyük kentten gitmenin avantajıyla  Almanya’ya daha çabuk uyum sağlamışlardı.
 Ama köyden gidenler öyle mi? O tarihlerde belki de küçük bir çukur olarak bildikleri tuvaletlerinin adı olmuş burada klozet.
Bizler bile 2000’li yılların Türkiyesi’nde ilk yurtdışı gezilerimizde temizlik ve yenilikler karşısında şaşırıyorsak, onların o tarihlerde uyum zorluğu yaşamaları ne kadar doğalmış. Hatta memleketlerini beğenmedikleri için onlara çok çok kızanlarda olmuştur.
Misiri  kuruttun mu, Ambarda duruttun mu, Nenen çarık giyerdi, Bunları unuttun mu
Gitmişin Almanya’ya, Almışın bir araba, Köyünde garibana, Demeyisun merhaba
Diye Türkiye’dekileri beğenmeyenlere bu türkü de yakılırdı o vakitler.
Bu insanlar  için takvimi geriye döndürebilseydik, eğer Almanya’ya gitmeselerdi şimdilerde nasıl bir yaşamın içinde olacaklardı, gittiler şimdi nasıl bir yaşamdalar. 
Almanya’ya yaşı kemale ermişlerin şimdilerde tek isteği, bari ölünce vatanımızda gömülelim. Yıllardır bu topraklarda yedik içtik, bu vatanın insanıymışız gibi davrandık. Ama bari ölünce topraklarımıza dönelim..
Aşağıda ki Bahattin Gemici’nin şiiri onların yaşadıklarını daha da iyi anlatır. Kaybettikleriyle, Kazandırdıklarıyla orada yaşayanların sahiplendikleri Almanya..
AH ALMANYA, ALMANYA
Geç anladım göçmen olduğumu
Almanya benim ikinci vatanım
Ağrıyan belim, yiten gençliğim
Kovsanızda gidemem  buralardan
Kazık çaktım, kök saldım bu topraklara
Sök Söke bilirsen, sök gücün yetiyorsa
Almanya benim ikinci vatanım.
(Şiir Alıntı: İhsan Kurtoğlu’nun Almanya, Almanya,”Alman-cılar”kitabından)
Tüm Almanya’da yaşayanlara bu kitabı okumalarını öneriyorum
 Çok fayda verici bir kitap. Yazar İhsan Kurtoğlu ; Almanya, Almanlar,”Alman-cılar” kitabı,
Türkiye’de değil Almanya’da satılan bir kitap,  
Yazarıyla yaptığım görüşmelerde kitabını sadece Almanya'da elden sattığını söylüyor.
Kitap güzel, bilgi verici.Ben önerdim. Almanya'yı yakından tanımak isteyenler. Kitap bu güne kadar Almanya'da olup da oranın yaşam tarzını  hakları, yabancılara bakışı, sosyal haklarını,  iki dinin karşılaştırılmasını çok güzel anlatıyor.
 Bugüne kadar ele alınan belki de en güzel Alman-cı kitabı.. Tavsiye ediyorum.

29 Ocak 2014 Çarşamba

SOSYAL MEDYA FENOMENİ BAHATTİN VE EDEBİ SÖZLER

Twitter, facebook ve diğer sosyal medyalar çıktığından beri halkımız, edebi sözleri yayınlamaya ve bundan ders çıkarmaya başladık. Bu halkın içine bende giriyorum. Zaten bayılırdım,edebi sözlere.. Bir yerlerde söylenen, kapalı kalan sözlerin günümüz medyası sayesinde devamlı dönmesi, taze tutulması gerçekten çok hoş.

Bu sosyal mecra yokken bu kadar mı bu sözleri, meraklısı dışında kimse belki de bilmiyordu.


Hele facebook camiasında dolaşan Bahattin adıyla yayınlanan bir karakter var ki, onun sosyal içerikli mesajları gerçekten de çok kayda değer. 


Bir günlük gazete sosyal medyadaki gündemdeki güzel gözleri konu almış, benimde hoşuma gitti . Sizlerle paylaşayım. Hele Sadri Alışık'ın söylediği söz günümüzde yüzümüzde gülümseme yaratan bir bir özdeyiş. İşte bunlardan birkaçı.


Seni öyle bir severim ki dengeni kaybedersin, kiliseye gider 'selamun aleykum' dersin. (Ofsayt Osman yani Sadri Alışık)

Şeytan yalnızca sunar, insan isterse seçer. (Oscar Wilde)

Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır. (Schiller)

Unutma; her gelen sevmez ve hiçbir seven gitmez. (Nazım Hikmet)

İnsanları yalan söylediklerinde dinlemeyi severim. Çünkü olmak istedikleri ama olamadıkları insanları anlatırlar. (Tolstoy)

Sarılmak için yürek gerekir, kollar sonraki iş...

Aşk mesafe yüzünden ölmez, şüphe yüzünden ölür. (Elif Şafak)

Her elini sıkanla dost, her canını sıkanla düşman olma.

Uzaktan sevmek diye bir şey var.

Varlığınızda kıymetinizi bilmeyenleri, yokluğunuzla terbiye edin. (Mevlana)

Ben benim için ağlayan birini hayatta bırakmazdım. (İlhan Berk)

Önce hayaller ölür, sonra insanlar... (William Shakespeare)

Dikkatli bak; büyük aşklar ya sonsuzdur ya da onsuz. (Chuck Palahniuk)

İnsanın en büyük hatası sevmek değil, sevmeye layık olmayan birinden sevilmeyi beklemektir.

Ağzıyla kuş tutsa da sevemediğim insanlar var benim! Bir de canıma okusa bile sevmekten vazgeçemediklerim... (İlhan Berk)

Eğer birileri seni geleceğinde görmüyorsa, onları geçmişte bırakmanın vakti gelmiş demektir. (Elif Şafak)

Öyle bir sihirbazdın ki; beni bile kaybettin. (Cemal Süreya)

Aşk herkesi ona benzetip, kimseyi onun yerine koyamamaktır.

Dokunamadığın birini özlüyorsan, özlediğin kalbine dokunmuştur çoktan.

Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın. (Mevlana)

Tabaklarda kalan son kırıntılar gibiydi sana olan sevgim. Sen beni hep bıraktın; bense hep arkandan ağladım.

Başkalarının senin hakkında ne düşündükleri konusunda endişe duyduğun sürece, onlar senin sahibindir. (Neale Donald Walsch)

Benden nefret ettiğini duydum. Eğer seni düşünecek vaktim olsa, ben de senden nefret ediyor olurdum. (Bob Dylan)

 Eğer dilin sivri ise dikkat et, birgün kendi boğazını da kesebilirsin.

 

Aşk bittikten sonra arkadaş kalalım diyenler: Güle başka isim versen değişik kokacak mı?

Kalbi kırdıktan sonra gelen özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir. İhtiyaç kalmaz. (Pablo Neruda)

Tebessüm bedavadır; vereni üzmez alanı mutlu eder.

Her şey üstüne gelip, seni dayanamayacağın Bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! İşte orası kaderin değişeceği noktadır. (Mevlana)

Okyanusta ölmez de insan gider bir kaşık sevdada boğulur. (Cemal Süreya)

 Hayallerinin peşinden koş, bir gün mutlaka yorulacaklardır. (Paul Auster)

Bir insanı neden sevdiğiniz sorusuna cevap bulamıyorsanız onu gerçekten seviyorsunuzdur. (Paul Auster)

Bir ilişkiyi kadın başlatır, kadın bitirir. Ancak başlatan ve bitiren kadın aynı olmayabilir. (Marquez)

En sürekli aşk karşılıklı olmayan aşktır. (S. Maugham)

En sürekli aşk karşılıklı olmayan aşktır. (S. Maugham)

Hem aşık hem de akıllı olamazsın. (F. Bacon)

İnsanlık çok ilerledi, artık görünmüyor. (Robin Sharma)

Aşk iki kişinin sokak kavgasına benzer çünkü ayıran hep bir yabancıdır. (Özdemir Asaf)

Anladım ki sevgili; sevginin bile fazlası zararmış ve aslında aşkın neresinden dönsek kârmış. (Sinan Çetin)

İnsanlar yalnızca konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar. (Uğur Mumcu)

Gerçek aşk onunla birlikteyken bir bütün olmak değil, O yokken yarım kalabilmektir. (Georg Wilhelm Friedrich Hegel)

"Gitme" desem ne değişirdi ki? Seven hiç gitmek ister mi? (İlhan Berk)

Aşk önce kanatlar verir uçmayı öğretir sonra da birini kırar, düşmeyi kendin öğrenirsin. (Lorentz Mayda)

Yaşadığın yeri cennet yapamadığın sürece kaçtığın her yer cehennemdir.

Kimse geçmişini satın alabilecek kadar zengin değildir. (Oscar Wilde)

Kıskanmak güven eksikliği değil, sevgi fazlalığıdır.
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/78560/2/images/spacer.gif

Dalından şüphe ettiğin ağacın, gölgesinde soluklanmayacaksın. (Paulo Coelho)

“Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi: biri oturmak, diğeri düşünmek için. Başarımız hangisini daha çok kullanacağımıza bağlı.” (Ann Landers)



İnsanlar ne kadar zeki olursa olsun, sevdiği kişinin bir sözüne kanacak kadar aptaldır aslında. (J. Christophe)


17 Aralık 2013 Salı

VİCTOR AMCAMA BİR KERE DAHA HAYRAN KALDIM.

 Kırk yaş gençliğin ihtiyarlığı, elli yaş ihtiyarlığın gençliğidir." 
Victor Hugo


VİCTOR HUGO, adını duyunca hepinizin şöyle bir düşünmesini istiyorum.

Bu ismi ne ile hatırlıyorsunuz. Lise çağlarının romanlarından “Sefiller” hemen ilk anda insanın aklına gelendir. Klasik eserleri okumanın ayrıcalıklı olduğu günlerde yani 90’lı yıllarda evlere kitaplar alınırdı. Aynı renk ve düzgün ciltte bulunan bu klasikler, sadece vitrininizin kitap bölümünün düzgün görülmesi için bazı kişilerce satın alınırdı.

Bu klasikleri okuyan çok var mıydı o yıllarda bilmiyorum. Sefiller’de bu klasiklerin içinde en çarpıcı olanı idi. Sen okudun mu desen. Kitap bizimde evin vitrin bölümünü süslerdi.

Aslında o yılların Lise öğretmenleri ödev olarak verse idi, belki de bugün bende klasiklerden “Sefiller”i okumuş olacaktım. Ama evde “sefiller” kitabı olupta okumadığım için şimdi üzüldüm. En kısa zamanda da okumak için bir hedef verdim kendime.

Victor Hugo’nun kitaplarından daha çok beni cezbeden asıl yanı şiirleri, güzel sözleriydi. Benim için Victor Hugo Fransa'nın Mevlana'sı idir. Ha bizdeki Mevlana, ha Victor Hugo.

Romanları, tiyatro yapıtları ve şiirleriyle Fransa’da başarıdan başarıya koştuğunu yazar özgeçmişinde..

Ayrıca, siyasi yönü de ağır bir edebiyatçı olduğu da. Hatta ölüm döşeğinde bile güzel bir söz söyleyerek hayata gözlerini yumduğu da benim için en ilgi çekici olanı.



İnsanın ölüm döşeğindeki bu güzel sözleri sarfetmesi herkese nasip olur mu?

İnsan bilse edebi kelimeleri söylerken öleceğini, ona göre bir iki Victor Hugo’nun güzel sözlerinden ezberler, anlamlı bir şekilde ölüverir.

Tabii ki dini yönüyle kelime-i şaadet getirmek son derece önemlidir, ama edebi yönüyle de bir Victor Hugo sözüyle gözlerinizi de kapamak arkanızdan ne anlamlı laflar söyletir.

Neyse ne demiş ünlü edebiyatçı ölüm döşeğinde;

“'Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir.' Hep isyankar, hem de inançlı bir söz etmiş rahmetli..

Şimdi diyeceksiniz ki durup dururken bu Victor Hugo’yla ilgili yazıyı yazmak nereden aklına geldi.

Bugün Victor Hugo imzalı bir mesajın telefonuma gelmesi ve benimde bu mesajı uygun ruh halimin olmasından dolayı hemen yazma isteği duydum.

Sözün anlam ve önemi benim için çok manidardı. 2014 yılı itibariyle 50. Yaşına basacak birine gelecek en güzel mesajdı.

“Kırk yaş gençliğin ihtiyarlığı, elli yaş ihtiyarlığın gençliğidir." Victor Hugo

Bu güzel tespit için Victor Hugo’ya teşekkürlerimi sunuyorum. Toprağı bol olsun. Nur içinde yatsın. 
Biz yeni 50 yaş gençlerini motive etti.

Ayrıca yaşlıları sevindirdiği gibi, çirkinleri de motive eden şu şiirindeki anlamı sevmemek mümkün mü?

Sevmek için güzele mi bakmalı, çirkin tende güzel bir ruh olamaz mı?
Çirkin olduğumdan değil canım, tamamen duygusal anlamda…İşte yeni gençlik hayatına giriş yapan biri olarak, sizlere güzel bir Victor Hugo şiiri ve Victor Hugo sözleriyle veda ediyorum.

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor Hugo


Victor Hugo Sözleri

Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç.
Kadını güzel yapan Allah, sevimli yapan şeytandır.
Kadınsız bir erkek horozsuz bir tabanca gibidir; erkeği ateşleyen kadındır.
Unutma, bir kalbi kırdıktan sonra özür dilemek fayda sağlamaz. Bil ki, telafisi olmayan şeylerin izahı gereksizdir.
Bir ülkede dalkavukluk ve yalakalık getirisinin değer kazanması demek, o ülkenin sonunun geldiği demektir...
İnsan hep sonradan farkına varır etrafındaki yalanların.
Unutma ki dost yada bir tanıdık, adresi belli değildir yalancıların.
En anlamlı yemin söz vermektir, En büyük intikam affetmektir, En adi söz hiç sevmedim demek; Ve en güzel cevap gülüp geçmektir.
İyi olmak "Kolaydır Zor olan "Adil" olmaktır. En "Mükemmel" Adalet ise Vicdandır.
Okumak gıdadır.Okuyan insanlık, bilen insanlıktır.
Bir okul fazla yapın, bir hapishane eksiltmiş olursunuz.
İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.
Yumuşak olma ezilirsin sert olma kırılırsın.