20 Eylül 2017 Çarşamba

SENİ YEMEYE ÖMRÜM YETMEZ Mİ?

Son günlerin trendi,  kavanozda domates sosu  ve menemen yapmak. 

Kışın sizler pahalı pahalı tomateslerrr alır iken, ya biiiiz, ya biiiz.. Tabii ki de 70 kuruşu yazdan aldığımız domatesleri yiyor olacağız diyerekten annemin ve yeğenimin ısrarı ile bizde bu domates işine girdik. (sanki konserve fabrikası açıyorum "işine girdik" filan derken, söz gelişi yani) 

Bendeniz devamlı "Ayyy ne gerek, alırsın Tat kübik kesilmiş domates, koyarsın pırasana, ıspanağına"  diye veryansınlarda bulunsam da; geçen sene bana verilmiş 1 şişe menemenliğin tadına doyamamış olarak,  "belki bir iki kavanoz kaparım" edasıyla giriştim bende kışlık domates yapımına.. Getirin bana domates, biber, patlıcaaaaan diye Barış Manço edasıyla giriştim işe..



Allahım!! bu iş bana göre değilmiş, her şeyi mevsiminde yemeliymişsin azizim. Ne o öyle yazın sebzelerini kışa taşımak, ye kışın balık, ıspanak, pırasa.. Menemen şart mı? desem de bu domates işi hoşuma gitmedi değil.

Hem de bu konuda bilgi sahibi olarak bilimsel bir şekilde domateslerimizi yaptık. Bakınız aşağıdaki bilgi.. 5. sınıf fen kitabından.... 

Kavanoz kapakları: Sıkışan kavanoz kapağını açmak için kapağın ısıtılması açılmayı kolaylaştıracaktır. Metal camdan daha fazla genleşmektedir, kavanoz sıcak su içine konulduğunda kapak kolaylıkla açılır. 

Nasıl mı?

100 kilo domates alıp, hepsini yeğenlere, kardeşlere  paylaştırırız diye başlasak da, esas olan evde kalan domateslerini azar azar yapmakmış. İş görev olunca zor oluyor ama bitirdik vallahi de 100 kilo domatesi...

Önce; mikserimizin orta boy olmasından dolayı 5-6 tane domatese, 1 adet kırmızı biber düşecek şekilde mikserde çektik. Tencereye koyduk.


Tencere dolana kadar bu 5 domates, 1 biber olayını devam ettirerek dolan tenceremizin altını yaktık. Suyunu çekene kadar kaynattık ve indirmemize yakın da tuz ve salad yağı ile yağladık..

Sonra bilimsel bir şekilde kavanoz kapaklarını ısıtıp, kavanozlara doldurup, ısıtılmış kavanoz kapaklarını kapatarak kavanozları hoooppp ters çevirdik. İşte o an önemli.. Kapak tutmazsa taaak diye atıveriyor. Biz çevirdik. Bir gece beklettik. Ertesi sabah kabaran, köpüren bir şey yoksa, işte kışlık domates ve menemenlerimiz hazır idi..



Ben bu yazımı niye mi yazdım.. Nerdeyse 100'e yakın kavanoz yaptık. Ağzımda "seni yemeye ömrüm yeter mi" namesi  takıldı.. Böyle bir şarkı vardı ya; kimindi acep diye baktım. Meğersem Ümit Besen'in "Seni sevmeye ömrüm yetmez mi" şarkısının melodisiymiş aklımdan geçen.  


Şimdi size düşen, Allah ömürler versin de keyif içinde bu soslarınızı yeyin demek.  Hep bunu deyip, hem de şarkıyı  dinleyin, biraz domatese uymasa da güzel melodi ile vaktiniz neşelensin.






17 Temmuz 2017 Pazartesi

Hayatınızdaki İnsanı tanıyor musunuz?

Hayatınızdaki insanı tanımak için şu dört duruma odaklanın:
(Alıntı: Doğan Cüceloğlu)


1- Aç olduğu zaman nasıl hissediyor ve nasıl davranıyor, ona bakardım. Duygusal bakımdan olgun değilse, aç insan sabırsız ve bencil davranmaya başlıyor.

2- Öfkeli olduğu zaman, bir şeye kızdığı zaman nasıl konuşuyor, nasıl davranıyor, dikkatle gözlerdim. Bencil insanın kızgınlığı ile olgun insanın kızgınlığı farklıdır. Diyebilirim ki bir insanın olgunluğunun en iyi göstergeci öfkesini nasıl yönettiğidir.

3- Kendini yalnız hissettiği zaman ne yapıyor? İçine kapanıp dünyaya küsen ve onu suçluyan bir tavır içine mi giriyor, yoksa yalnızlığıyla dost olup, hayatın bu hallerini de sakin bir olgunlukla kabul edebiliyor mu?

4- Yorgun olduğu zaman nasıl davranıyor? İnsanın bencil olup olmadığını en iyi yorgunken nasıl hissettiği ve davrandığı gösterir. İlişkinin önemini kavramış olgun insan ne kadar yorgun olursa olsun diğerlerini de düşünerek davranır.

13 Haziran 2017 Salı

TECAHÜL-İ ARİF... BİR FARKINDALIK FİLMİ....




Tecahül-i Arif 
filmi seyredin ve paylaşın.


Biz engelli değiliz, sadece farklıyız sloganı onları en iyi anlatıyor. Bir sürü yeşil elma arasındaki kırmızı elma gibiler onlar. 


Ama bana göre onlar gibi daha da farklı olan kişiler, onların ANNELERİ.. 

O farklı insanların ellerinden tutan, onları kabul edip topluma kazandıran mukaddes kişiler.

Eğitim ile, çocuklarını fark ettirerek topluma çok güzel bireyler kazandıran aileler.

Down sendromlu çocuklarda yaptığım yoğun gözlemler annelerin bir rol model oluşu.. Annelerinin onları kabul edişi, onlar için yüreğini ortaya koyuşu..

"Anne olursan anlarsın" diye başlayan annelik söyleminde onlar kat be kat anlıyorlar evladın ne demek olduğunu.. 

Bu duygularla izlediğim bir Festival filmi "TECAHÜL-İ ARİF"

Bende bir vesileyle bu filmden haberdar oldum. Tek dilekleri geniş kitlelere bu film sayesinde seslerini duyurabilmek, milyonların kalbine dokunabilmek. 

Bizden sadece paylaşım yaparak seslerini duyurmamızı istiyorlar.  Film hüzünlü bitiyor, beklenin dışında bir duygu yaratıyor. Aaa neden böyle bitmiş diye hayıflanmadım değil.  Ama " Allah hiçbir anneye, evlat acısı vermesin"diye  dua ederken, belki de onlar "Allah evladımızı arkada bırakmasın" diye dua ediyorlardı. Ancak; bu film sayesinde iyi bir eğitim ile , fark edilme ile  onların da sağlam yere ayak basarak hayatlarını idame edebileceklerini öğrendim.

Yeter ki bizler onların değerini bilelim.. 

Öncelikle anne ve baba olarak kabullenelim, aile olarak yüreğimize sokalım, toplum olarak da sahiplenelim.

Peki filmin adı nedir? Neden böyle denmiştir derseniz. Onu izleyince, bir de aşağıdaki açıklamayı okuyunca ne kadar güzel konmuş bir isim olduğunu anlayacaksınız.

tecahül ile ilgili görsel sonucu



24 Nisan 2017 Pazartesi

"GEÇ KALANLAR"DAN MISINIZ ACABA?


Tiyatro için  "insanı insana insanca anlatma sanatı" derler ya..

Bu tabiri bazı oyunlarda bulamazsınız, bazı oyunlarda ise ayna gibi, oyunun taa içinde bulursunuz. Her cümle sizi veya bir yakınınızı anlatır.

Geç kalanlar ile ilgili görsel sonucu

Gülümsersiniz, "ay aynı biz" dersiniz ya... Bu hafta seyrettiğim "Geç Kalanlar" oyunu işte tam da böyle..

Oyunun konusu; "Yaşadığımız her günü güzel bir güne dönüştürmek varken, "güzel bir gün"ün bize çıkıp gelmesi için öylece oturup bekleriz. Çoğu zaman yaşamak yerine erteleriz. Tüketmenin bencilliğini, paylaşmanın samimiyetine yeğleriz. Oysa ihtiyacımız olan tek şey, biraz farkındalıktır. Geç Kalanlar, sordukları ve sordurduklarıyla seyircisine derinlikli bir yüzleşmenin resmini gösteriyor." şeklinde anlatılıyor. 

Oyunun fragmanı "Geç Kalanlar"

Tam olarak seyrettiğim yılı hatırlamıyorum ama;  Şehir Tiyatrolarında "Suçlu mu , Suçsuz mu? " isimli bir oyun izlemiştim. Bu oyunun sonunda herkes oyunu sorgulayarak çıkıyordu, Geç Kalanlar oyunu da aynı bu  tat da bir oyun.


Oyunun ve oyuncuların güzelliği kadar hayat dersi niteliğinde ki can alıcı sözleri de dikkatinizi çekiyor, benim aklımda kalan sözlerden bazıları şunlar;


- Annesiz kalmak, dipsiz bir kuyuya baş aşağı düşmek gibidir çığlıkların hiç durmaz.


- Kızlar anneleri olmamak için yemin ederler sonra bir bakmışsın ki tıpkı anneleri...


- Evlilik insanı kendi olmaktan uzaklaştırıyor.


- Evlilik=Eziyet

- Tartışmak, hele doğru düzgün tartışmak meziyet ister.

- Tartışsanız bile onu sevmekten vazgeçmeyeceğinizi ona söylediniz mi?



- Keşke dinleseydim seni, keşke daha fazla sarılsaydım sana…


- Konuşma kısırlığı,konuşamama…


- Babandan bir adım öte gidememişsen ilerleyememişsin demektir.

- Karına hiç yatırım yaptın mı,onu ölü yatırım mı gördün?

- Kimse acıyı hak etmez ama herkes payına düşeni alır.

- Kadınların sizsiz nefes almasına tahammül edemiyorsunuz değil mi?

- Boşanmak başarısızlık değildir ki hoşgörüsüz boşanmak başarısızlıktır.

En aklımda kalan tek sözde;

-  "Özür dile ve dilenen özrü kabul et."


- Ölmeden sevin birbirinizi ne olur.


- İnsanlar güzel günleri beklemek yerine güzel günleri yaratabilirmiş.


- Gerçi biraz siz geç kaldınız değil mi?

Oyun şehir tiyatrolarında sezon sonuna kadar oynuyor, muhakkak seyredin.. 


Oyunda tüm sanatçılar güzel ama, ayakta alkışlanacak tek sanatçı bana göre "Elçin ATAMGÜÇ"




Hıdrellez oyunundaki performansına hayran olduğum bu sanatçı, bu oyunda da beni kendine bir kez daha hayran bıraktı. Dramatik tarzda konuşma da bile insanları güldürebilen çok yetenekli bir sanatçı. Televizyonda bir dizide oynuyormuş, seyretmedim. Hıdrellez ve Geç Kalanlar oyunundaki hem dramatik, hem komedi sahneleriyle işte sanatçı bu dedirttirecek gerçek bir oyuncu..

Bazı sanatçılar vardır, sadece dram oynayabilir veya komedi de başarılıdırlar. Ses tonu, tavrı ile Elçin Atamgüç tüm rollerin kadını.. 

Ayakta alkışlanacak harika bir sanatçı. Kendisine hayran oldum, hep izliyorum, izlenmesi gerektiğini herkese öneriyorum. 

Oyunun tanıtım broşüründe de "Beni Yavaşlat" diye bir yazı var.  Bende yazımı o güzel yazıyla bitiriyorum.  Yazı Milattan 2000 yıl önce HİTİTLER'e ait kalıntılar içersinde bulunan bir duvar yazısına aitmiş... 



BENİ YAVAŞLAT.

Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir…

Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele…

Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin
sükunetini ver .
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginligi, belleğimde yaşayan akarsuların
melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için
yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir
kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara
dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı
arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi
büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine
doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı
olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver… 


5 Nisan 2017 Çarşamba

Güzel bir gelenek..."DİŞ KİRASI"

"Diş Kirası" lafını duydunuz mu?  
Duyduysanız ne anlama geldiğini hiç araştırdınız mı? 




Osmanlı geleneği olan bu adeti; şu sıralarda gırgır amaçlı bir iki dostuma uygularken, bu adetin bilinmediğini düşünerek konuyla ilgili küçük  bilgi aktarmak istiyorum. 

Osmanlı'daki  beni etkileyen bu geleneği nerden mi biliyorum? İstanbul'u gezdiren tarihçi bir hocamızın padişah geleneklerinden olan diş kirasını anlatmasıyla, hoşuma giden  bu uygulamayı şaka yollu (tabi ki evimde verilecek bir hediye varsa) bende misafirlerime  uygulamaya başladım. 




Her zaman uygulayamasam da, özellikle iftar yemeklerinin sonrasında veya benim için vaktini ayırıp ziyaretime gelen kişilere hazırlayabilirsem böyle küçük hediyeler hazırlıyorum ve ikramımdan sonra diyorum ki; "Benim için gelip dişinizi yordunuz, bu da sizin diş kiranız". Sevdiğim kişileri bu hediyeyi vermeyi de çok seviyorum.

Osmanlı döneminde bir çok evde, özellikle de köşk veya konaklarda iftara davet edilen misafirlerin yanı sıra, çat kapı gelen Allah misafiri de geri çevrilmez, içeriye alınırmış, onlar içinde sofralar hazırlanırmış. İftarın verildiği köşk veya konak ziyafet evi halini alırmış ve  iftar sofralarında tabiri yerindeyse kuş sütü hariç her şey bulunurmuş. Misafirler iftarını yapıp teraviye gitmek üzereyken hane sahibi tarafından "yemek yiyip dişleriniz yoruldu" diyerek, kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler gibi hediyelikler, diş kirası olarak hediye edilirmiş. 



Konaklara ve evlerine gelen misafirlere ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirmiş. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan sonra "Kesenize bereket", "Allah daha çok versin", "Ziyade olsun" gibi dualarla konaktan ayrılırlarmış. Osmanlı'da "Diş kirası" denilen bu hediyenin zarif gerekçesi ise; davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olması olarak açıklanırmış. 



Fatih dönemi sadrazamlarından Mahmut Paşa, Ramazan ayı geldiğinde kesenin ağzını açar, konağında verdiği iftar ziyafetleri dillere destan olurmuş. Paşanın sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini, dişlerine takılma ihtimali olan sert bir sahte nohut yakalama ümidiyle dört gözle beklerlermiş.



Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken pilavın içine nohut biçimi verilmiş altınlar atarmış.. 

Bu adetleri çok  sevmem nedeniyle benim de saraylı olma ihtimalim üzerinde durulması gerekmektedir. Hangi saraylı derseniz, büyük ihtimalle günümüzde ben ancak "Simit Saraylı" olabilirim. Gümüş akçe, altın akçe sözlerini okuyunca, yazımı okuyanların, "biz sende bunu görmedik" dediklerini duyar gibi oluyorum. Simit saraylı olmam hasebiyle, benim size bunları vermem, tabiri caizse argo deyimle biraz sıkar. Hele bu devirde hayal.. 

Ama ben yine de bu hoş adetleri, kibarlık gösteren gelenekleri seviyorum ne yapayım. 

Diğer bir adette iki tokmak olayı..


Kapılarda o devirde iki kapı tokmağı bulunurmuş, büyük tokmak çalınca erkek,  küçük tokmak çalınca kadın geldiği anlaşılır. Ona göre kapı açılırmış. Ben  günümüzde de sarayımın geleneği olarak kapı kamerası koyarak hallettik. Baktık erkeeeekkk, "Abovvv erkek gelmiş, kim ola ki" diye eşimize sesleniyor, baktık kadın, "ay komşu gayveye gelmiş" diye ayırabiliyoruz. 


Güzel adetler bunlar. Maddi durumla alakası olmayan yüce gönüllülük, gönül zenginliği.. 

Genellikle gidilen eve hediye götürülür, gelirken size de verseler güzel olmaz mı yahu.. 

Biz de geri dönerken, hediyemize sevinir, "Oh dişimizi yorduğumuza değdi" deriz.. Hoş olmaz mı?

8 Mart 2017 Çarşamba

MASAMDAKİ BAHÇELER....




Son zamanların yeni trendi Terrarium...


Yani okunuş şekliyle Teraryum.....

Kelimenin Latince adıyla terra "toprak", "arium" ise akvaryum imiş. Yani toprak akvaryumu.

Son zamanlarda ya çiçekçilerde, ya da bir arkadaşınızın ofisinde cam fanusların içinde böyle çalışmaları görmüşsünüzdür. 



Ben bu işe merak sarıp incelediğimde; bu son trend teraryumların aslında Amerikalıların Dioraması, İngilizlerin  Fairly Bahçesi, Japonların Zen bahçesi, benim için ise hayal dünyamın minyatür bahçeleri olduğunu anladım.  Gördüğüm her yerde minik aksesuarları topladım. Geri dönüşüme çok yakışan bu iş için tüm konu komşu, akraba-i taalukat yani hısım akrabalardan eski salata tabakları, biblolar, atılacak eşyaları topladım. Dolabıma dizi dizi dizdim. Baktım bir yere hediye götüreceğim, hemen yapıp sevgimi de katarak masalarını süsledim.


Sergimizde yapılan bu minyatür bahçeler herkesin hayal dünyasını yansıttı. Sukulent ve kaktüs cinsleriyle yapıldığında bildiğiniz ekosistemi oluşturuyorsunuz. Çiçek fanusun içinde buharlaşmayla su ihtiyacını karşılayarak kaktüsleri besliyor.


Ben canlı çiçek yetiştirmeyi çok iyi bilmediğimden, bunu canlı çiçeğe benzeyen yapay çiçeklerle gerçekleştiriyorum. Yapmak için oturduğumda hayal dünyamda düşündüğümün dışında, bambaşka bir çalışmayla bitiriyorum çalışmamı. 



Aynaya yansımayla yapılan minyatür bahçemde, benim için  ayrı bir güzellik oldu. Yazınızı ters ayna efektiyle yazıyorsunuz. Yazı aynaya yansıyınca yazınız okunuyor. Yani bir şekilde hem beyniniz de çalışıyor bu çalışmalarla.. Pinterestin sihirli dünyasından bularak keşfettim ve evdeki aynama uyguladım. 

Teraryum ilk olarak; Londra'da yaşayan botanik meraklısı Dr. Nathaniel Ward tarafından keşfedilmiş. Londra'nın havasının ışığının elverişsiz olması, tesadüfen kavanozlara koyduğu bitkilerin filizlenmesiyle ortaya çıkmış ve mini eko sistemler oluşturmuş. 


Bu teraryumlar, bonsai, sukulet, ikebana gibi bitkilerle ofislerimize, evlerimize mini bahçeler olarak masaları süslemiş. Gerçek çiçekle yapılan teraryumların bayağı bir aşaması var. 

 http://www.meraklisiicin.com/blog/minik-bahceler-dunyasinda-son-moda-teraryum sayfasının bilgilerinden bu konuyla ilgili yararlanabilirsiniz. Benim yaptıklarım gerçeğe yakın yapay çiçeklerden. Bu bilgiler gerçek bitkilerden mini bahçeler yapacaklara gelsin.

Canlı çiçeklerden teraryum yapacaklara gerekli malzemeler.

  • Cam kap: Cam kapaklı şekerlikler, büyük boy şeker kavanozları bu iş için çok uygun. Seçeceğiniz kavanozun yeterince derin, geniş ve üzerini tamamen kapayabileceğiniz bir kap olması önemli. Fanus veya küçük akvaryumlarda da teraryum yapmayı deneyebilirsiniz.teraryum
  • Çakıl taşları: Çakıl taşları en kritik malzemelerden. Sulama yaparken drenajın sağlanması için ihtiyacınız olacak.
  • Bahçe eldiveni: Hem ellerinizi korumak, hem de kavanoz üzerinde envai çeşit parmak izi bırakmadan çalışabilmek için ihtiyaç duyabilirsiniz.
  • Uzun cımbız: Dar ağızlı ve çok derin kavanozlarda çalışacaksanız uzun bir cımbız işinizi epeyce kolaylaştıracaktır. Bu cımbızları pek çok akvaryum malzemesi satan dükkandan veya internetten kolayca bulabilirsiniz.
  • Torf: Bitkilerinizi ekeceğiniz malzeme işte bu! Seçtiğiniz bitkiye uygun bir torf edinmeyi unutmayın. Bahçe malzemeleri satan dükkanlardan, çiçekçi, sera veya fidanlıklardan satın alabilirsiniz.
  • Sphagnum: Bu ilginç malzeme çakıl taşlarının üzerine ekleniyor ve filtre görevi görüyor. İsmen bilmiyor olsanız bile mutlaka orkide saksılarının dibinde görmüşsünüzdür. Bu canlı malzeme kendi ağırlığının yaklaşık 20 katı kadar su muhafaza edebilmesiyle biliniyor. Yani, teraryumunuzun nem dengesini sağlarken ana rollerden birini oynayacak. Sphagnum'u bahçe malzemeleri satan dükkanlarda, çiçekçilerde veya internette bulabilirsiniz. Eğer temin edemiyorsanız, sphagnum yerine doğal elyaf kullanabilirsiniz. Ancak elyafı güzelce sakladığınızdan emin olmalısınız ki, teraryumunuz estetik duruşundan ödün vermesin.
  • Aktif karbon: Aslında bildiğimiz kömür kırıntısı. Akvaryumlardan satın alabileceğiniz gibi kendiniz de kömür parçalarını toz haline getirmeden ama iyice un ufak ederek kullanmayı deneyebilirsiniz. Aktif karbon teraryumunuzun havasını temizleyecek, bakteri ve küf oluşumunu engelleyerek uzun ömürlü olmasını sağlayacak.
  • Fısfıslı bir şişe ve su: Herşeyi yerli yerine koyup teraryum yapımını tamamladıktan sonra can suyu vermeniz gerekecek. Bunun için fısfıslı bir şişe edinin ki suyu eşit miktarda her noktaya dağıtabilesiniz, tıpkı yağmur gibi.
  • Bitkiler: İşte nihayet! En eğlenceli malzeme! Teraryum bitkilerini araştırın, okuyun, öğrenin. Seçiminizi yapın ve çiçekçinin yolunu tutun. Yosun ve minik yabani bitki örtüleri için parkların bahçelerin kuytu nemli köşelerine bakınmayı da unutmayın!

Teraryum yapımı

Malzemelerinizi edinip kolları sıvadığınıza göre artık işe koyulabilirsiniz. İlk iş, kavanozunuzu güzelce yıkayıp, temizleyip, kurulamak.

teraryum
Sonra çakıl taşlarını kavanozun en altına eşit seviyede bir katman oluşturacak şekilde yerleştirin. Çakıl taşları en altta olmalı ki, taşlar tabanda biriken suyu neme çevirsin, toprak için sağlam bir temel oluştursun ve bitki köklerinin çürümesini engellesin. Nasıl ama? İyi bir dünya taklidi, değil mi? :)
Çakıl taşlarından sonra sphagnumu, eğer temin edemediyseniz elyafı, yerleştirin. Sphagnum tabakasının üzerine de aktif karbon veya kömür parçacıklarını ekleyin. Ve son katman: torf.
Torf katmanını da yerleştirdikten sonra minik çukurcuklar açarak bitkilerinizi ekin. Ekme işlemini yaparken bitki köklerine olabildiğince nazik davranmaya çalışın ki zedelenmesinler. İşte tam da bu noktada uzun cımbızlar imdadınıza yetişecek. Eğer bunlardan bulamadıysanız da çatal, bıçak, kaşık veya basit bir çubuk gibi çekmecenizdeki size en cazip gelen malzemeleri de kullanabilirsiniz. Son olarak teraryumunuza can suyunu da verdiniz mi tamamdır!
Hayal kurmak serbest! Teraryumunuzu tamamladıktan sonra, minik dünyanızı minyatür objelerle süsleyebilirsiniz. Deniz kabukları, oyuncaklar, el yapımı figürler... Aklınıza ne gelirse. Bahçe sizin bahçeniz!
(Meraklisiicin internet sayfasından alıntıdır.)


Benim yaptıklarımdan yapmak isterseniz gerekli malzemeler; 

* Mavi kum,
* Toprak,
* Soğuk ve Sıcak Silikon
* Yapıştırıcı
* Minyatür eşyalar
* Deniz kabukları ve doğadan toplanmış taş ve dallar
* Ve hayal gücünüz..

İnce ayrıntı, deniz ve toprak kısmını ayırmak için de bir kartonla sınır yapmak, kartonun görülmemesi için deniz kabuklarıyla kartonu kaplamak. 

İşte aşağıda yaklaşık 2 saatimi vererek hazırladığım 3 tane mini bahçem. Saati zamanın nasıl geçtiğini anlamadan zevkle hazırladım bahçeler. Önemli olan kıymetini bilene gitmesi. Alan kişinin aynı önemi vermesi.. Çünkü onda hayalleriniz var.



Mutluluk tohumlarını beraber ektiğimiz 

Bir sevdâ bahçemiz var. 

Sevgi çiçekleriyle bezeli... 

İkimiz de üstüne titriyoruz. 

Her gün daha çok kök salıyor. 

Tomurcukları rengârenk... 



Senin gözlerin, güneş olup ısıtıyor. 
Ben, meltemler estiriyorum sevdâ şarkıları gibi... 
Sen, okşuyorsun sevgiyle yapraklarını,içim titriyor... 
Ben, hâle hâle süslüyorum öbekleri... 
Sevgin yağıyor üstüne nûr nûr... 
Ellerin gibi sıcacık, 
Bakışların gibi kor kor... 

Sakın değmesin nazar, 
Biliyorum, 
Çekemeyen gözlerden saklaması çok zor... 
Çok zor... 

Hâlenur Kor


minyatür bahçeler ile ilgili görsel sonucu








1 Şubat 2017 Çarşamba

FİZYOTERAPİST ELİF HUSKALAR.. BİR TAVSİYE.. BİR ÖNERİ...

Bir fizyoterapist atasözü der ki; "Hekimler hayat kurtarır, biz o hayata anlam katarız."

Doğru mu doğru... Ameliyattan başarılı çıkarsınız, ama o uzvu layıkiyle kullanamazsanız keyfiniz yerine gelmez. Bu noktada da fizyoterapi devreye girer. 

Neymiş bu tıp diliyle Fizyoterapi, halk diliyle Fizik Tedavi diye baktığımızda;

Hastalıkları su, ışık, hava elektrik v.b. fiziksel ve mekanik yöntemlerle tedavi etme yöntemi deniyor tıp diliyle.. Halk diliyle ise de;  gözünüzün yaşına bakmadan, "ay şimdi kırılacak" demenize sebeb olarak,  uzuvlarınızı kuvvetlice bir o yana, bir  bu yana çevirerek, acıya katlanmayı öğretme sanatı. 

Bloğumdaki  Kırılganım Ben,  Organ bağışı, Kök hücre ve en son da bu yazımla benim bu aralar sağlık sektörüyle nasıl haşır neşir olduğumu farkettiniz mi bilmiyorum. 

Bu da size içinde bulunduğum durumun  halet-i ruhiyetimi bir nebze anlatıyordur umarım. Polyanna yönümle bakarsak; bloğuma konu bulma sıkıntısı çekmiyorum böylece. Sağlık sektörüyle ilgili gözlemleri anlatıyorum. 

İşte bu noktada, bana bu yazıyı yazdıran sıradan bir fizik tedavi sonrası duyulan duygu  değil. Fizyoterapistim Sayın Elif Huskalı'nın insanlara davranış şekli..

Fizyoterapist Elif HUSKALAR
Balat Or-ahayım Musevi Hastanesinin Fizik Tedavi ve Rehabilasyon bölümüne geldiğimde böyle şirin, insancıl biriyle karşılaşacağımı ummuyordum.


Bu arada; "Or-ahayım da ne demek ola ki, yoksa hayırsever bir Musevi İşadamının ismi mi? " diye araştırmacı gazetecilik ruhumla araştırınca, Or-ahayım'ın "Hayat Işığı" anlamına geldiğini öğrenmiş bulundum. Haliç'in kenarında, geçmiş zamanı fısıldayan bu hastane, eskilerde  fakir musevi halk için bir dispanser olarak yapılmış, zamanla da bugünkü şekliyle  hastaneye çevrilmiş, şeklinde küçük bir bilgi notundan sonra Fizik Tedavi bölümüne yöneldim, daha merdivenden çıkarken  Hoşgeldiniz Serpil hanım diye size hitap edişi, güleryüzü, sizin kendinizi hoş hissetmenize neden olacak  hoş bir Fizyoterapist ile karşılaştım. Asistanların güleryüzü, bankodaki görevlilerin bile samimiyeti bana doğru yerde olduğum hissini en başta verdi. 

Aslında bilemedim ki, bu şirin fizyoterapist parmaklarımı geri geri ittirecek,  ellerimi  kökünden koparırcasına çekecekmiş, ama olsun, bende bu tedavi sonunda kibar tavrına bağırmam ayıp olacak diye kendimi sıkarak gülümsemeyi öğrendim. 


 İster vücudunuza elektrik versin, ister suya elektrik koyup içine elinizi soksun yine de "ohhh elektrik aldım sizden" diyeceksiniz.. 14 vida ile ne zorluklarla düzeltilen bileğinizi tekrar bükmesine izin verecek, ay şimdi vidalarım atacak diye acı duysanız bile, fizyoterapistimi üzerim diye acınızı içinize gömüp, acıların kadını olarak oturacaksınız. 

Neden; çünkü  gerçekten mesleğine bu kadar önem veren kişileri görmeye hasret kaldığımız için, herkesi önemseyen, ilgilenen Fizyoterapist Elif Huskalar'a minnet duyduğum için. Burdan sevgilerimi gönderiyorum..

Gönderiyorum; çünkü daha 10 gün olmadan şu yazımı 10 parmak hızlı bir şekilde yazabiliyorum. Nasıl bir teyze, "parmaklarımı iyi ettiniz, dolma sardım, size getirdim" diyorsa,  nasıl diğer teyzem "beni de düzelttiniz, parmaklarımla size bu atkıyı ördüm" diyebiliyorsa, ben de parmaklarımıX sayenizde kullanarak size bu teşekkür yazımı yazıyorum.

Bu arada; sevimli tavrıyla Asistan Ülkü hanımı da unutmuyorum. Ekip olarak insanı rahatlatan, mesleğini layıkıyla yapan sempatik Ülkü hanıma da çok ama çok teşekkür ediyorum. Bir teşekkür de tabii ki Uzman Dr. Tanju Özsönmez'e. O bana 30 seans yazmasaydı, ben bu güzel insanlarla karşılaşamazdım.

Gençlere  desteği, sınava gireceklere "yapacaksın" diyerek yaptığı motivasyonuyla, yaşlı teyzelere ise yaşama sevinci aşılamasından dolayı çok teşekkür ediyorum Sayın Elif Huskalar'a....

Yolu açık olsun, başarıları onunla daim olsun. Bize düşen de herkese önermek..  Böyle değerli şahsiyetleri herkesin bilmesini sağlamak. 






12 Ocak 2017 Perşembe

KIRILGANIM BEN

İnsanoğlu; 2016 yılının hem başında hem de sonunda aynı kolda kırık yaşar mı? 

Bu yıl ben yaşadım. Senenin başında kırdığım kolumu, sene sonunda da  sağ el radius kemiğimi kırarak taçlandırdım. Bol kırık vakaları yaşayan biri olarak "of anam of, asıl kırık buymuş " dedittirecek cinsten yaşadım. Ameliyatla 14 yerden vidalattırarak seneyi tamamladım. İç dünyamın dizi dizi kemikleri işte son tahlilde karşınızda... 



Her ne kadar RoboCopum ben artık. Heyt meyt çekilin.. zıtttt...mıtttt....diye hava atsam da bu el bilek kırığı da pek menem şeymiş. Yazmayı seviyorum yazamıyorum. Neden? Sağ elimin radiusu kırıkta ondan. Artık o kadar okudum ki, kemik kırığı demiyorum dikkat ederseniz, "hımmm sağ radius uç kırığı ameliyatım" diyorumm, tıp dilindeki latince adıyla....

Ameliyat oldum, takviye neyin yaptırdım, ama elimin eski haline gelmesi 1 yılı bulurmuş diyorlar... OLUR MU YAAA!!!  diye feryat ettiysem de yapılacak birşeyin olmadığını anlamış bulunuyorum.. Bu konuda Haydarpaşa Numune Hastahanesi Ortopedi doktorlarına teşekkür ederim. Hemen ameliyatıma karar veren poliklinikteki Asistan Dr. Bekir Karagöz'ün dikkati ve duyarlılığına, ameliyatıma başarıyla gerçekleştiren Operatör Dr. Özgür ERDOĞAN ve ekibine radiusumu tamir ettikleri için teşekkürü bir borç bilirim. BAKINIZ haydarpaşa numune hastahanesi ortopedi . Operatör Dr. Özgür ERDOĞAN ve Bekir Karagöz şu sıralar herkeslere önereceğim en iyi ortopedistler. Ciddiyeti, işini güzel yapması ve ekibiyle aranacak ilk ortopedistler listesinin başında geliyor.(Şaka bir yana, Allah başımızdan eksik etmesin doktorlarımızı, ama çok muhtaç da etmesin. )


Şimdilerde ben bu yazımı sol elle yazıp durupduruveriyorum. 10 parmak seri yazan ben şimdilerde 5 parmak seri yazma tekniklerini deniyorum. Sol kolumu kullanarak da beynimin diğer yarısını çalıştırıyorum diye sevindirik oluyorum. 


Nasıl da kırdın diye soracak olursanız, acaba kemiklerim mi kötü, yoksa sakar mıyım derken sene başındaki kırığımı düzelten Okmeydanı Acil Ortopedi bölümündeki bir asistan doktor can alıcı cümleyi söyledi. Bana acıdı da direkt yaşlandın biraz da sakarsın galibayı öyle dümdük söyleyemediğin den mi nedir "Hayır kırılacak şekilde düşmeyi beceriyorsun" deyiverdi. İçimi rahatlattı mı tabiiki de hayır.


El bilek kırıkları genellikle yaşlı, sporcu ve çocuklarda görülürmüş. Ben hangi kategoriye girerim bilemedim. Sakar kadrosundan girdiğim kesin. 

Bu tip kırıklarda; mukaddes varlıklar doktorlarımız öncelikle alçıya alıp kaynamayı bekliyor, ama benim gibi kaynamayanları da ameliyata alıyor. Sonra da duvara monte eder gibi her bir kemiği bir plakaya vidalıyor. Ameliyat olmadan olmaz diyorlardı da, küçüklüğümden beri de bu kırık çıkık işini bilfiil yaşamış biri olarak eskiden ameliyat mı vardı. Meşhur Kırıkçı Melek hanıma gidip yaptırıverirdik. Vida mı, platin mi  o da neydi,  sar lop eti kemiğin üstüne, iki tahta parçasıyla da sabitle, sar hoop eve. Bakınız Küçükyalı'da Meşhur Kırıkçı Melek hanım.

El, kol, kırık, çıkık yazılarını ameliyattan önce bir cerrah titizliğiyle araştıran ben, el cerrahisinin de apayrı bir dal olduğunu öğrenmiş oldum. El cerrahisinin önemi hakkında da bayağı bir bilgi sahibi oldum. Mesela doğum haricinde bayan cerrahın çok az olduğunu ve özellikle de el cerrahisi konusunda iki dalda ihtisas yapılması gerektiğini, ortopedi ve plastik cerrahi dalında ihtisas yapılmadan el cerrahı olunmayacağını hem cinsim bayan cerrahın röportajında buradan okudum. (buradan yazısını tıklarsanız sizde okuyabilirsiniz.)




Ah radius, canım radiusum söyle bana eski haline ne vakit dönersin deyip sarı kanteron yağlarıyla ovsam da, egzersizler yapsam da biraz beni yoracak gibi. 


Çünkü benim radius, mevcut 20 eklemi ve birbirinden bağımsız hareket edebilme kapasitesine sahip bölümleriyle vücudun en komplike eklemlerinden biriymiş. Eldeki o minnak minnak 8 kemiğe destek olması açısından önemliymiş. Osteoporozdan dolayı da en çok kadınlarda görülürmüş, benim gibi çıtkırıldım bayanlarda çıtırdanak kırarmış.

Hastanede yattığım sürece, öyle ilginç vakalar gördüm kiii.....

"kırıklarıma dertlenirdim, hastanedeki kırıkları görünce kendi kırıklarıma şükrettim" dedim.



Bacakları kesilenler, omiriliğinden ameliyat olan gencecik bir kızcağız. Motosiklet kazasında tüm kemikleri kırılıp da, 10 yıldır bu hastahanede gide gele hayata tutunan bir genç. Kendisine bakan yaşlı annesinin demesine göre, ilk ameliyatından bu yana nerdeyse 1 veya 2 doktor kalmış, herkes emekli olmuş. tam bir dram yani...

Kırık çıkıkta birde halk arasında uzmanlaşmış kişiler vardır ve onların şiddetli tavsiyeleri....Nedir bu yanlış bilinen tavsiyeler.. Birincisi ve en bilineni  paça çorbası içme olayı..

Kırık ya da çatlak yaşayan hastaya sürekli olarak kelle paça çorbası içmesi önerilir. Bu çorbanın kemiği tedavi ettiği düşünülür. Oysa kelle paça çorbası protein ve yağ içerirmiş ve üstelik oranları da yüksekmiş. Fazladan alınan protein ve yağ, hastanın şişmanlaması yanı sıra kemiklerin kaynaması için hiçbir fayda sağlamazmış. Oysa; çorba yerine sebze, meyve içeren sağlıklı bir beslenme kemiklerin daha hızlı kaynamasını sağlarmış. Kırık süresince içmek değil de belki kuvvetli kemikler için yaşamının içersinde çocukluğundan beri içersen kırılır mı bilemedim. Çok seviyorsanız bilfiil paçacı hikmet usta, mehmet usta ve bilumum ustalardan eve çorba getittirebilirsiniz.


Diğer bir konuda; halk doktorlarımızın çok iyi bildiği konuda kırığın çatlaktan çok daha iyi olduğu konusudur.  Oysa, çatlak ve kırık arasında pek fark yokmuş. Çatlak, küçük kemiklerde ayrışma olmazsa koyulan tanı imiş. Özetle, kemik bütünlüğü bozulması denilen durum hem çatlak hem de kırık için de aynıymış. Hemen hastaneye giderseniz, ikisinde dee alçılanıp paketlenip eve gönderilirsiniz.

Kırık oluşursa hasta yürümez ama çatlakta rahatlıkla yürünebilir derler.. Bu doğru değilmiş. Kemik bütünlüğü komple ayrılmış olan kişilerde basabilir, yürüyebilirmiş, bu durum hem çatlak hem de kırık için geçerli imiş.

Kırık oluştuktan sonra pek çok hastaya kırık iyileşinceye kadar balık yedirilmez derlermiş konu komşularımız.  Oysa, balık içinde ki fosfor kırıkların iyileşmeyi hızlandırırmış. Bu nedenle pek çok uzman balık yenilmesini tavsiye edermiş.

Kırıkların oluşması ile eski dönemlerden günümüze pek çok hasta hastane yerine kırık çıkıkçıya götürülürdü. Hatta kırığa yumurta sürmek, balık ve et sarmak kesinlikle en tehlikeli uygulama olduğu günümüzde söylense de eskilerde hep böyle uygulamalar yapılırdı. Bazen yanlış kaynayarak ömür boyu iskelet sisteminde hasar yaratıp, sakatlıklar olabilirdi.

Sözün kısası; bir yerinizde kırık veya çatlak, ağrı hissettiğinizde mutlaka bir hekime gözükmeli tedaviye bir an önce başlanmalısınız. Her ne kadar benim gibi doğru hekime ulaşana kadar biraz dolaşsanız da, muhakkak hekime başvurun. Haydarpaşa Numune Hastanesi Ortopedi Servisine özellikle benim ameliyatımı gerçekleştiren Op. Dr. Özgür Erdoğan ve ekibine bir görünün derim. Vallahi ben 3 hastane dolaştım. Sonunda işin ehlini buldum, sağolsunlar, varolsunlar, yolları açık olsun...


Epey kırık, çıkık konusunda bilgilendikten sonra edebi bir kırıklıkla yazımı bitireyim.


Biliyorsunuz ki edebiyatta kırıklar sadece kalpte görülür, acılar aşk acısı şeklinde gelişir. 


OYSA;



Yemişim Aşk Acısını.. Sen Hiç Ayak Serçe Parmağını Koşarken Sehpaya Çarptın mı? der şair...



Gerçekten sen hiç kırılmış kemik acısı çektin mi?
Kimse de çekmesin zaten düşmanım bile....




Okuyana not;Tek elle yazdım imla hatası, cümle düşüklüğü varsa tamamen benim radius kemiğimin kabahatidir.